Cuma, Aralık 30

gökyüzü mavisi


İstiyorum ki yaz gelsin.. biraz deniz olsun ve güneş kremi kokalım. Kafam karışsın sonra.. ve gülerek başladığım cümleler kurabileyim.
Yanık tenli insanların parmak arası terlikleri ve kesik kotlarıyla dolaştığı bir sahil kasabasında uyanayım. Saçlarım tuzlansın..ve tek sorunumuz caretta carettaların yumurtalarını nasıl muhafaza edeceklerini düşünmek olsun.
Çakır keyif yürümeye çalışayım pembe, topuklu terliklerimle.. tıkır tıkır.. ve radyonun sesi hep açık olsun bir yerlerde.. Rüzgar çarpsın yüzüme, saçlarım kabarsın, gözüme biraz kum kaçsın.

Sıkıldım soğuk yeni yıl dileklerinizden.. Mutluluk, sağlık ve başarı ve aile ve sevdikleriniz..
Başlayan her şeyin bittiğine şahidiz bir kere.. Tepinerek, ıslıklarla, alkışlarla ve kucaklaşarak başlattığımız yeni yıl, yine bir taraflarımızı koparıp kırıp yağmalayarak bitecek yine nasılsa.
Bıkmışım başlamalardan.. ben efil efil yazlar diliyorum en çok.

Pazartesi, Aralık 26

neler oluyor hayatta..




"İnek obasııııııı uyannnn!.." alarmım çaldığında saat 11:00 idi. Bir stresle hemen günü kontrol ettim. Evet haftasonuydu ve rahat olabilirdim.. Tamam rahatlığın gözünü çıkararak üstüne bir saat daha uyumuş ve işe gecikmiş olabilirdim ama hiç mühim değildi.. canımın içi keyfim sağolsundu, gerisi önemsizdi..

İşlerimi bitirip ofisten çıktığımda saat 17:00 idi. Akşam olacaklardan habersiz saftirik bir insan olarak, saçlarım tükenmez kalemle topuz yapılmış bir şekilde caddede aheste aheste geziyordum. Önce kendime bir ayakkabı aldım, sonra iki aynı renk oje.. aynı renk oje alma salaklığımın bir çözümü yok, önce sürekli oje kaybetme salaklığıma bir çözüm bulmamız gerekiyor.

Eve vardığımda saat 19:00 idi. Kendime güzel bir ziyafet çekme haiyetinde sebzeli strudel, yanına soya sos ile tatlandırılmıs dana emense ve tatlı olarak ta krokanlı çikolatalı moullex yapabilirdim ama çift kaşarlı tost gibisi yoktu.. Tostumu yedim hazırdım.. tabiki de giyinmek için hazırdım. Yoksa dışarı çıkma öncesi güzellik işleri karın tokluğuyla bitecek gibi değildi.. Duş alınır, kremler sürülür, elbiseler denenir, saçlar maşalanır, çoraplar seçilir, ayakkabılar parlatılır, ruha uygun parfümler sıkılır.. en önemlisi de makyaj diye bir gerçek var..


Duştan çıktığımda saat 20:00 idi.. Saçlarımı kurutup ojelerimi yenilemem üstüme basit birşeyler geçirip dışarı çıkmam sadece yarım saatlik işti.. Tabiki de olağan bir buluşma için saatlerce hazırlanacak halim yoktu. Üstelik akşam uykusu kadar da güzel birşey yoktu..

Evden çıktığımda saat 22:00 idi. Arkadaşlarımın yanına gitmem sadece on beş dakika sürdü.. ve yalnız mutsuz kızı, ideal erkekle tanıştırma müsameresi böyle başladı..

Oyuna gelmiştim.. Huysuzlanacağımı, karşı çıkacağımı, gitmeyeceğimi, gidersem de sarhoş gideceğimi ( denenmişi vardı zira, bilirlerdi ) bildiklerinden bu kez buluşmayı böyle spontan ayarlamışlardı.
Masadaki tek boş yer ideal erkeğimizin yanıydı.. Sözde herşeyden habersiz olan idel erkeğimizin suratındaki kocaman gülümsemenin aynısı ancak palyaçolarda olabilirdi.
İdeal erkek bir şekilde hakkımda önceden veri toplamış, biriktirdiği donelerle yanımdaydı. İlgi alanlarım kendisine öğretilmiş, blogum- twitter hesabım gibi yalan yanlış aklıma gelen her haltı yazdığım yerler yalanıp yutulmuş, biz çok eğlenceli bir çift oluruz diye bağıran hareketlerle eli kolumda sürekli bana birşeyler anlatıyordu. İdeal erkekle buluşma müsameresi burada kopar..

Eve döndüğümde saat 03:00 idi. Çatlak iç sesim içimin etlerini çimdikleyerek karşıladı beni kapıda.. Sonra ensemden tuttuğu gibi koltuğa oturttu.

Çemkirmesi bittiğinde saat 05:00 idi. Bir insanı hayatında tutmak için aylarca bazen senelerce uğraşıp sonunda başarısız olurken başka bir insanı bir iki saat içinde sonsuza dek kaybetmeye çabalama konusunda çok başarılıydım. Bu başarı beni çok yormuştu. Uykum vardı.. ve uyuduğumda saat kaçtı bilemidim şimdi.

Pazar, Aralık 25

30 gün.. dört hafta.. bir ay



Bazen elimde olmuyor.. herşey bir anda çığrından çıkıyor. Hayat bir anda drake denklemine dönüşüyor ve benim minik aklım bunun içinden çıkabilmeyi beceremiyor. Evet çözümsüzlüğün ortasında bulunmaya karşı akıl almaz bir zaafım var..

Martıların çığlıklarıyla uyanıyorum çoğu zaman. Martı çığlığı, eskiden kalma  bir beddua gibi.. "Nereye gitsem çöpçü martılar peşimde" demişti, bir zaman.. "Her sabah sana uyandığımı hissediyorum onların sesiyle, nerede olursam, yanımda kimle uyursam bu hiç değişmiyor" demişti..
Hatırlamıyorum aslında.. Çoğu ayrıntıyı unutmuşum. Ani bastıran yağmurla sızlayan zamansız bir yara gibi.. hiç kabuk bağlamayacak, silinmeyecek gibi.. Sızlayarak hatırlatır kendini, herşeye körü körüne bağlanma aptallığına bir daha düşmememi öğütler gibi..

Öğütler ve ben.. Bir gün bile aramız iyi olmadı.. Öğütler mükemmeliyetçidir. Bense hataları severim. Beni hatalarım büyüttü bile diyebilirim. Ve inan hiç aldırmıyorum bu sızlatan yağmurlara.. Seni de pek hatırlayamıyorum artık. Bir tek onu geri istiyorum. Tüm yanlışlığıyla, uygunsuzluğuyla, tutarsızlıklarıyla.. Bir tek onu çok özledim. Sesini, kokusunu, tenini...
Budur..

Salı, Aralık 20

uyuyamayan güzel


-"İnan ki gülümsene engel değil bu kırılma" dedi.

Saçlarını bigudilerle sarmış, mor bornozuyla pembe koltuğuma oturmuş, tırnaklarına siyah oje sürüyordu. Artık ondaki hiçbirşey tanıdık değildi. Kendi çatlak iç sesimi tanıyamıyor, tanımlayamıyordum.

-"Üstüne çok düşmek istemiyorum. Geçici bir kırgınlık yaşadığını biliyorum. Sen de artık kendi üstüne düşüp hayatını ağırlaştırmaktan vazgeçersen iyi edersin.."

Aniden uyanıyordum.. Dişlerimin arasından, gıcırdamayla gelen minik bir çığlık bölüyordu uykumu. Son günlerde hep aynı şey oluyordu. Gece üç dört sularında.. Rüyalar hep yorucuydu.. Uyanıyordum.. Uyanmayı sevmiyordum. Ne zaman uyansam bir özlem oturuyordu üstüme.. Gece üç dört suları.. onu geri isteme saatleri..

-"Lütfen öyle aşk acısı çekiyormuşsun gibi bakma yüzüme.. Öyle birşeyin içinde olmadığını biliyoruz, beni yani kendini kandırmaya çalışman çok tuhaf. Sadece uykun kaçtı hepsi bu. Doğduğunda da böyleydin sen.. Tam üç ay boyunca, uykundan uyanıp akşamları yedi ile dokuz arasında hiç durmadan ağladın. Büyüdükçe değişti mi bu? Hayır.. Kendimi bildim bileli hep gece teröründesindir. Uykunu kaçıracak bir bahanen hep vardır. Ağlayarak uyanmaya karşı garip bir ilgin olduğunu seziyorum."

Oysa artık daha az düşünüyordum onu. Hatta çoğu zaman aklıma bile gelmiyordu. Evet.. içimde bir yerleri kırdığı doğruydu ve zamansız uyanmalarla bu kırıklar batıyor olmalıydı sadece.. Çatlak yine haklıydı..

-"Kendini kötü hissettiğini biliyorum.. hissetmelisin de zaten. Ama ahmaklığın lüzumu yok.. Şu Küçük Emrah bakışlarını gözlerinden çıkar artık.. Yemezler".

Bazen oyunumun tanığı olmak için, kendime dışardan baktığımı hissediyorum. Bazen hangisi benim karıştırıyorum. Pembe koltukta oturmuş, ojelerini kurutmak için tırnaklarını üfleyen mi yoksa kahverengi koltuğa oturmuş, başını kirişe dayayıp tırnaklarını yiyen mi?

-"Bu deniz çok büyük okyanuslara uzanıyor. Bir damla suda boğma kendini."

Yine takma kirpiklerini takmıştı. Birşeye hazırlanıyor gibiydi.. yeni birşeyler...  "ne oluyor sana böyle" diye bağırdım. Cümlem havada asılı kaldı. Cevabı ben veremedikçe de öyle kalacaktı.
Odama geri döndüm. Saatimi yeniden kurdum. Yatağıma uzandım, gözlerimi kapayıp mucize sabahımı bekledim.

Pazartesi, Aralık 19

bir şeyi kırk kez söylersen olurmuş ya hani...



Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.
Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.
Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.  Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.

***kuantumu da böyle öperim.

Cumartesi, Aralık 17

sıradan bir gün..





-Pardon bağyan anket yapacaktık.
-Hayır.
-Size soru sormadım ki, neye bu hayır?
-Aaaa!. Deli mi ne?
-Şimdi şu karta bakın önce..
-Sen önce şu elime bak..
-Bağyan böyle hareketler size hiç yakışmıyor..
-Kes.
-Tamam abla yaaa, bak öğrenciyim ben..
-Abla mı!.. Abla mı!.. hadi ordan eşşek herif ufal da cebime gir!.
-Küçük hanım, lütfen bu anketi yapmama yardımcı olun.
-Laned ossun içimdeki öğrenci sevgisine..
-Bu karta bir bakın şimdi..
-Bu ne lan?
-Ne görüyorsunuz?
-Dağlardan aşağılara atlı süvariler hızla iniyor... inecekleri yerde bir göl var.. o gölün başında bir adam pantalonunu indirmiş işiyor. Halbuse az ötede orman var.. Olacak iş değil.
-Bağyan kafanız mı güzel sizin?
-Hayır.
-Peki ilk beş sorumuz bu karttaki resimle alakalıydı ama siz resmi algılayamadığınız için bunları bilmiyor olarak yanıtlayacağım..
-Resmi bir hıyara çizdireceğinize ressama çizdirseydiniz böyle olmazdı. lafa bak algılayamamışım da bilmiyormuşum da.. Hem zorla zamanımı gaspet hem hakaret et.. Salak seni..
-Yok canım ne alakası var.. siz yanlış anladınız..
-Ne bu hemen canımlar.. En sevmediğim kelime "canım".. Patronumdan müşterime, kuaförümden bakkalıma, sokaktaki anketör bozuntusuna kadar herkesin canı oldum minako yaa..
-Siz hassas gününüzdesiniz sanırım.. ben sizi yormadan hemen diğer soruya geçiyorum. Yaşınız nedir?
-30.
-Eğitim durumunuz?
-Üniversite.
-Sahip olduğunuz bir araba, ev, dükkan, arsa vs var mıdır?
-Yok.
-Evli misiniz?
-Hayır.
-Sevgiliniz var mı?
-Sanane lan, gözün mü kaldı bende..
-Gerçekten burada yazıyor bakın.. Sevgiliniz var mı?
-Yok.
-En son ne zaman sevgiliniz oldu?
-Hatırlayamadım şimdi.
-Aldatıldınız mı?
-Evet.
-Ay yazık yaaa..
-Acımasana bana ayak üstü.. Salak mısın nesin?
-Yok yahu sizen ne acıyacağım, adama acıdım.. kimbilir neler yaşattınız ona da kendisini başka kadınlarda sakladı.
-Sorularını sorar mısın insan gibi..
-En son ne zaman çiçek aldınız?
-İki ay önce hastalandığımda.
-Kimden?
-Babamdan.
-Durum sahiden vahim gidiyor...
-Tamam bitirelim.. İşim yok, sana kendimi mi eleştirteceğim allaaa allaaaa...
-Ya tamam lütfen çok ihtiyacım var küçük hanım..
-Peki acıdım, hadi devam et.
-En son ne zaman sevildiniz?
-Hatırlayamadım şimdi.
-Hiç sevildiniz mi yani?
-Elime bir daha bakar mısın?
-Kendinizi güzel buluyor musunuz?
-Dürüst cevap vermek zorundamıyız?
-Yani hayır dediniz.. peki beğenmediğiniz yerleriniz var mı?
-Yok canım hahah neyim olacakmış beğenmediğim yok..
-Abla kilolusun sen yaa..
-Yorum katmasan olmuyor değil mi?
-Aaa pardon.. Pekiii en sık kullandığınız güzellik ürünü nedir?
-Votka.
-Pardon?
-Hani çirkin kadın yoktu az votka vardı.. bunda anlayamacak ne var ayol?
-Ama onu sizin değil karşınızdakilerin içmesi lazım.
-Ahh bak bunu hiç düşünememiştim.
-Neyse... hayatınızı kolaylaştıran birşey söyleyin bana.. pek tahmin edemedim ben öyle birşey ama...
-Cilllit bang. sıkıyorsun kirlerin üstüne bang bang.. sonra sil ve işte bu kadar kolay.
-Sahiden sizin durum vahim..
-Ben sıkıldım bundan.. Hadi yeter.
-Lütfen ama çok ihtiyacım var.
-Ay devam et hadi çabuk ol bayılazaaammm..
-Küfür eder misiniz?
-Ne alakası var mınakoyim lan ne anlamsız bütünlüksüz sorular bunlar.. nereye varacaksınız kardeşim?
-Edersiniz.. Peki sigara kullanıyor musunuz?
-Bırakmıştım anasını satayım bırakmıştım ama ver ulan bir tane yakacağım..
-Abla olur mu yaa, buna ben sebep olmam, yok abla içme..
-Birincisi ablan sana girsin.. İkincisi mal mısın oğlum sen hiçbirşey yokken gayet sıradan bir günken yolumu çevirip herşeyi yüzüme vuruyorsun..
-Yok abla o senin mallığın yani cevaplamayabilirdin..

ve tahmin edersiniz ki film kopar.

Cuma, Aralık 16

hiçbir yerli..


Başımın en büyük belası saçlarımdı.. Kessem dibinden, kazıtsam da nalet olsun ki kökü bendeydi ve onlardan kurtuluşum yoktu. Anlayacağınız üzere saçlarımı sevmiyordum.. Fakat konumuz bu değildi..

Sabah yedi treniyle İstanbul'a dönüyordum. Karlı bir Edirne sabahıydı , her karlı Edirne sabahında İstanbul'a giden yollar kapalı olurdu. En yavaş ve en güvenli yolculuğun trenindeydim.. Lalapaşalı Kebire Nine, oğlu rakıcı Hüsmen Amca, hafifmeşrep gelini Zeliha Teyze, Havsalı piç Osman Abi, kızı salak Saliha ve ben aynı kompartımanı paylaşıyorduk.. Hayır buna paylaşma denemezdi.. Herkes kendi alanını korumaya çalışıyordu.. "çek bakiim ayacıklarını ordan.. o bavul senin mi be naabıyo orda beya.. içmişsin yine üsmen beya eşşekler gibi ööö kokuttun ya buraları ağzınla be ya.. sevüüz içüüüz kime ne be kocakarı sende amaaann.. kız Salia nabıyon öyle kendini kızanım"..
Kebire Nine, Hüsmen Amca, Zeliha Teyze, Osman Abi, Saliha ve ben tam onsekiz saat o kompartımanda birlikte yolculuk ettik.. Yok buna yolculuk etme denmezdi.. Birimizden kaçtık daha doğru olabilirdi.. Birbirinden kaçıp ta birbirinden uzaklaşamayan bir avuç insanın zulüm öyküsüydük son on sekiz saat. O kadar da güvenli olmayan tren yolu açıldı ve İstanbul'a kavuştuk.. Yok buna kavuşma denmezdi.. Kaymamak için şehre tutunduk.

Yüzündeki o şaşkın ifadeden anlamalıydım.. Gözlerim gözlerinden geçerken, yaklaşık üç saniye görüp sonra yorgunluğumla hemen kaybettim o ifadeyi.. Donmuştum, bacağımdaki ağrıyı ancak bir savaş gazisi tarif edebilirdi.. Başımda kemanlar çalınıyordu, hem de kompartıman arkadaşlarım 9-8lik tepiniyordu..

"Hemen uyu, dinlen. Yarın öğlen treniyle geri dönmen gerekiyor. Kar altında kalan yerler var, doğuya gidip oradaki iletişim sıkıntısını çözmek zorundayım bir şekilde.. Üzgünüm.. hem de çok.. ama.. amaa bu böyle.."

Yanyana uzanmışsındır.. Gözün camda, etraf bembeyaz, gece zifiri siyah ve sessiz.. İşte o an bir cümleyle, biraz daha sarılmayla, bir nefesle.. biri gelir hayatının bütün fişleri çeker.. şalter iner ve artık elektrik yoktur..

Hikayenin başlangıcından yirmiyedi saat sonra kendini yolculuğa başladığın noktada bulursun. Bir önceki günden daha yorgun, daha hissizsindir.. Ama bütün yükünü taşıyan taksici Dede'nin seni karşılamasındaki sıcaklık gözünden geçip gitmez. İçini bile ısıtır hatta. Evim burası dersin.

Yıllar sonra o günü düşündüğümde, Dede'yi beni garda beklerken gördüğümde, sanki babamın yarısıymış ta yıllardır görmüyormuşum gibi koşarak yanına gitmemin, "evime döndüm" diyerek sarılmamın bir benzerini yaşamadığımı biliyorum..
ve yaşadığımı sandığım evime bakınca hala yerleşememiş olmam.. hala yakamı bırakmayan bu aidiyetsizlik benim bütün fişlerimi çekiyor.

Pazartesi, Aralık 12

sakın dönme...



Kendime güçlü, mağrur, cüretkar ve vicdansız bir hayat kurmaya çabalıyordum.. Hani şöyle eski filmlerde olur ya, kirpiğinin ucundan ayak parmağına kadar hırs akan kadınlar vardır ya..
İlk işim, pişirmek üzere tavuk almak oldu. Bunda garipsenecek hiç birşey yok, genelde insanlar gıdaklasınlar diye almıyorlar tavuğu. bunun bilincindeyim yani. Ancak benim gibi bir insan için tavuk cesedini parçalarına ayırmak, bir kısım parçalarını kaynar suya yavaş yavaş batırmak.. bir kısım parçalarını ısınmış ızgaraya yapıştırmak, geri kalan parçalarını ise yüksek ateşte bekleyen tavaya teker teker koymak, ruh hastası bir katil olmakla aynı şeydir.
Bir saat içinde mutfağım cinayet mahali olarak sayılabilecek hale gelmişti.. Cesedi ustalıkla parçalamıştım.. Deri, kemik, hücre, geri kalan ne varsa hepsini siyah bir çöp poşedine tıkıştırıp, apartman görevlisinin alması için kapıya koydum. Herşey bu kadar basitti. Pişen parçaların ucundan tadına baktım, müthiş bir ölü pişirici olduğuma kanaat getirdim.. Kırmızı sebzelerden hazırladığım sosla yemeğimi kutsayacak, kendime şahane bir ziyafet çekecektim..
Taa ki o zamana kadar...
Rondonun düz bir zeminde sadece düğmesine basılarak çalıştırılacağı konusunda eğer birisi beni uyarmış olsaydı, bu toparlak aleti çalkalamaya çalışmayacaktım ve sosu elime, yüzüme bulaştırmayacaktım. Kırmızı sos kahküllerimden süzülüyordu, gözümün kenarından dudağıma doğru akmış, dudağımdan çeneme, çenemden boynuma.. beni ele geçirmişti.. İmdattı!..
Aynanın karşısına geçip kendime baktığımda bütün o güçlülük, vicdansızlık, cüretkarlıktan eser kalmamıştı bende.. Daha çok hokkabaza benziyordum. ve az önce mutfakta yaptıklarımı düşününce, deli gönlüm bir harap oluyor, bir eziliyor, içim bir kıyılıyordu.. sormayın gitsin.
Elimi yüzümü yıkadım önce, sonra ağzımı çalkaladım. Olacak gibi değildi, dişlerimi fırçalayıp o tadi içimden atmalıydım.. İşte herşey o an oldu..
Diş fırçamın yanında diş fırçası.. boyun boyuna duruyorlar, sanki başları birbirlerinin omzunda gibi.. Bizim bir daha asla olamayacağımız gibi..
Dokunmadım.. Kaldırıp atmadım seni.. terliklerin, havlun, diş fırçan.. ve ben.. hepimiz bıraktığın yerde duruyoruz. Gözüken bu yani.. açık ve net.

iyi günler sevgilim...



Aslında son derece olağan bir gündü..
Bir programım varsa muhakkak o gün işten geç çıkarım.. Koşa koşa kuaföre gider saçlarıma fön çektiririm.. Sonra muhakkak yağmur yağar.. ve ben yürürken ayağımı azami üç kez burkarım. Olağandır..

Aslında hep içime doğar..
Gitmemeyi düşünmüştüm.. Çok yorgundum, eve gidip uzun süre duşun altında kalmak istiyordum.. Belki streslerimden arınmak için suyun altında biraz ağlardım.. Sonra kendime bir kahve yapar bornozumla koltukta uyuyakalırdım. Olabilirdi..

Nalet olsun verdiğim sözleri tutma saflığıma..
Yağmurun altında yaklaşık yarım saat dolmuş bekledikten sonra binebildim. En büyük sorunumdur, bir dolmuşta ıslak şemsiyeyi koyacak yer bulamam. Kucağına koyarsan ıslanırsın, ıslak haliyle çantana tıkıştıramazsın, yere koysan pislenir.. Sinir geliyorum demez...

Herşey yine birden bireydi..
Çantamı kucağıma, şemsiyemi çantamın üstüne koydum. Kapşonumu açıp saçlarımı özgürleştirdim.. Saçımın teli gözüme kirpiğime takıldı, kirpiğim gözüme battı, gözüm sulandı, rimelim aktı, makyajım bozuldu.. Telefonumun arka tarafındaki aynamsı şeridi kullanarak rimelimi sildim, gözlerimi açıp kırpıştırdım.. Kendime gelirgelmez telefonumun ön yüzünü çevirdim.. Sürekli birşeyler yazdığım o tırıvırı uygulamayı açtım, onun profiline girdim.. Birdenbire karanlıktı..

Ne uzundu o yol..
Sanki iki farklı şehir arasında gidiyorduk.. Yolda tuvalet molası bile vermiştik. Eve girdik.. Duşun altına girip uzun uzun ağladım. Bornozumu giyinip koltuğa uzandığımda o artık yoktu.

Gitmeyi bildiği gibi bitmeyi de bilseydi..
Ya da ben vazgeçmeden de bitirebilmeyi bilseydim.. Bazen konuşuyor benimle, çok az ama.. Hep aynı yarım cümleyi gönderiyor bana.. "iyi geceler".. Buz gibi, kaskatı.. kuru bir "iyi geceler"..

Olmasaydı böyle..
Olmasaydı işte..

Pazar, Aralık 11

ve dişi olric geri döner...



Nedense dünyanın rengi siyah beyazmış.. Ben bembeyazım ama saçlarım ve elbisem simsiyah.. Gökyüzü bembeyaz ama kalıdırım ve evler simsiyah.. Yağmur yağmaya başlıyor, öyle yavaş yavaş değil aniden sırılsıklam oluyorum.. Başka bir terslik daha var, kaldırım sokaktan daha geniş ama bunu hiç umursamıyorum.. Hızlı hızlı yürümeye başlıyorum, beni yavaşlatmaya çalışan topuklu ayakkabılarımı elime alıp nerdeyse koşarak ilerliyorum.. Bir yandan da saçlarımı açıp elimle dağıtıyor yağmur uygun şekil vermeye çalışıyorum. Kadın her yerde kadındır, bunu hiç değiştiremiyorum.
Bir sokağa sapacağım ama sokakta öyle büyük bir ışık var ki, gözlerim kamaşıyor, nedendir bilmem ağzımı sonuna kadar açıp hayretle donakalıyorum.. Gümüş rengi büyük bir araba dizlerime teğet duruyor, far ışığının içinde kayboluyorum...

"Seni küçük aptal, daha filmin beşinci dakikasında uyumuşsun" diyerek kafama yastık atıyor.. Siyah beyaz rüyamdan, koltuktan düşerek uyanıyorum.. Koltuktan düşmemi fırsat bilen kız köpeğim Juliet hemen üstüme atlayıp kollarımı yalamaya başlıyor.. "Biz azdık zaten, yetmiyorduk birbirimize tabi..bir tek bu at hayvanı eksikti evde" diye söylenmeye devam etti.. Klasik, herşeyi başımdan savuşturma hareketim olan "a a aaaayy noluyo behhhh" diyerek kollarımla köpekleme yüzme hareketine benzer birtakım tipsiz hareketler yaptım.. Uyandım.

Dün gece yarısından sonra geldi dişi Olric.. Kulağımda kulaklık bangır bangır müzik dinliyor, elimde bira ile evin içinde volta atıyordum.. daracık evde Juliet te peşimden atlaya zıplaya dolaşıyordu.. Kapı çalma huyu yoktu çatlak iç sesimin.. Juliet'in yüzünü yere doğru akıtarak havlamayla karışık ağlamaya başladığında bir tuhaflık olduğunu sezdim..

Karşımdaydı.. Lacivert saten bir elbise vardı üstünde.. Kırmızı rujumdan sürmüştü, ne zamandır o rujumu arıyordum ben de.. Ama o iğrenç kırmızı rugan topuklu ayakkabılarını nerden bulduğuna akıl sır erdiremedim.. Benim bayan topuzlu çatlak iç sesim üçüncü sınıf fahişeler gibi mutasyona uğramış görüntüsüyle aniden hayatıma geri dönmüştü.. yarım metre uzunluğunda bir ağızlıkla sigara içiyordu.. Omuzlarında çakma tavşan kürkü vardı.. ve leş gibi şarap kokuyordu..

Hiç gecikmeden hayatımı ele geçirdi.. "Öncelikle.." dedi "sana o çocuğun uygun olmadığını kaç kere söyledim ben küçük aptal, öyle iyi adamlar seninle mutsuz olurlar, aklını başına topla ve salak salak üzülmeyi bırakıp hemen aç şu bilgisayarını" diye ilk emirleriyle giriş yaptı..

Ben koltuğa oturmuş onu izliyor, o ise ağzında sigara volta atarak bana hazırladığı "ilk on emir"i anlatıyordu.. Sadece güzel olduğu için ve bilmem kaç tane yönetmenin yatağından geçtiği için aktirist olabilmiş kadınlar gibi sinir bozucu bir halde ağzını yaya yaya konuşuyor ve olmadık yerde olmadık yüksekliklerde kahkahalar atıyor, saçma saçma donuk gözleriyle suratıma bakıyordu.. Takma kirpikleri olduğunu gördüm.. Ve çatlak iç sesim kırmızı ruj süren, lacivert saten elbise giyen, kırmızı rugan ayakkabıları olan, sigara içen ve takma kirpik takan bir iç sese dönüşmüştü..
Vay anasını....
Hoşgeldin!.

Salı, Aralık 6



" Sen hep mutlu ol istiyorum.. "
Bir daha kimse demesin bunu bana Allah'aşkına..

Çarşamba, Kasım 30

kasım..



Zaman...
Her derdin devasının olduğunu tekrar ederek, bütün sorunları hafiflettiklerini düşün insanlara inat..
Zamanın kifayetsiz kaldığı kıyılardayım.. Hava ıslak, zemin kaygan, güneş soğutuyor..
Beni öldürmeyen şeyler oluyor.. Öldürmüyor sadece, o kadar..
Her gün bir öncekinden daha beter.. Zaman yalancı bir erkek, yeşil gözleri var.
Kendimden uzaklaşmamak için kendime sarılmış bekliyorum..
Hadi gel uzun tırnaklı, çatlak sesli, dişi Olric!.
Seni çok özledim.

Çarşamba, Ekim 12

yüreğimde bir çocuk..cebimde bir revolver..




Böyle yağmurlu, soğuklu, karartılı havaları çok seven insanlar var. Ben onlardan değilim, sıradan olan her insan gibiyim.. Haa biraz da sen gibi olmuştum son zamanlarda gerçi, ama bunun konumuzla hiç alakası yok..
Açıkçası bir konumuz da yok..

Hatırı sayılır boş bir vakit yaratmak için kendini parçalayan hanım kızımız ben boşluğun içine henüz düşmüştüm. Vakit yaratmak için bile kendimi parçalıyorum görüyorsunuz. Aslında ben hep kendimi parçalayarak yaşıyorum. İşlerimi yetiştirmek için sabah 9'dan akşam 6 buçuğa kadar parçalanabildiğim kadar parçalanıyorum. Akşam 6 buçuk itibariyle eve yürümek için 15 dakika kadar parçalandıktan sonra köpeğimi beslemek, dolaştırmak ve sevgi saatinde güvenilir sahip olmak için de gece boyunca parçalanmaya devam ediyorum. Sonra bazen sevgilim arıyor, seni özledim diyor, çıkıyor geliyor.. Bu parçalanışımın konumuzla hiçbir alakası yok.
Açıkçası evet hala bir konumuz yok..

Söz konusu hanım kızımız olarak size sesleniyorum.. Parçalı yapım olayları bütün ayrıntılarıyla ele alamıyor.. Parçaladığım yerden bakabiliyorum sadece ve o zaman böyle ani boşluklar oluşuyor.. Boşlukları hep örümcekler doldurur gibi gelir bana.. Uysa da uymasa da her boşluğa o görünmez ağlarını kurarlar.. benim akıl boşluğuma mı kuramayacaklar.. Örümcekleri sevmiyorum. Ağır hareketleriyle, sözde ağ yapmak için kullandıkları boğma ipleriyle, iz bırakmayan bacaklarıyla bildiğin katil gibiler. Bir keresinde, üstümdeki örümceği farketmeyip kahvaltısına devam ettiği için çok kızmıştım sevgiliye.. Ahh yaa, sürekli konuyu saptırıyorum..

Boşluğa alışkın bir bünyem olmadığımdan ve parçalı yapımı bu bulutlu havalarda toparlayamadığımdan konuşmayalım sadece durup dinleyelim diyorum.. Bakalım.. dilsiz zaman neler anlatacak..

Pazartesi, Eylül 12

yani hepsi olsa...



"Üzülme.." dedi.
"Ah benim salik kızım.. Öğütlediydim sana. Yırtılmışsa bir kez yüreğin, dikiş aralarından tatlı tatlı acır da acır bu güzel ruhun.. Sen bu deşmenin çığlığını bastır artık, izin ver de kabuk bağlasın yaraların".

Sabaha karşının 3'ü.. Dervişe iç sesimle oturmuşuz beyaz koltukta, çevirmişiz vantilatörü kendimize.. Biraz boyunumuz mu tutulmuş, neden ikimizde de bu büküklük?

"Sonunu kurcalayarak sürdüremezsin hayatı. Gözlerini kapa, nefesini tut ve dal derinine. Kucakla hayatı, gir koynuna, uykular seç kendine, sokul usulca, daya başını.. Bırak dinlensin güzel aklın.. Yüreğine düşmüş aşk.. aklının ne vazifesi olur bunda a benim salik kızım.."

Boynumdan sırtıma doğru bir bıçak darbesi gibi ilerliyordu sancı.. Banyonun ışığı patlamış, ampülü değiştirmek için uzanmam lazım, kolum kalkmıyor diye dert ediyordum. Bir gece daha karanlıkta yıkanmak istemiyordum.. "Korkuyorum" diyordum belli belirsiz.. Bir ıslık gibi çıkıyordu ağzımdan "hşşş!. korkmak yok".. ayırtedemiyordum kimden geliyordu bu cevap, ben mi dervişe hatun mu...

"İkincisi olmalı insanın" diyor.. "İkincin olmalı.. sırtın tutulduğuna uzanabilecek, korktuğunda elini sıkacak, durduğunda devam edecek.. Yüreğinin yükü nasıl da hafifler o zaman.. İzdüşümünde ferahyacaksın salik kızım.."

Tatlı dille, naif bir ses tonuyla herşey ne kadar kolay açıklanabiliyor, kabul edilebiliyordu.. Oysa hafifletmeye çabaladığımız hayat serserinin tekiydi.. Elinin tersiyle idame ettiriryordu beni ve her tarafı toz griydi..

Dedimki.. "herşey dediğin gibi olsaydı.. dikişlerimden ipi çekip atabilseydim, sökülüp düşseydi kabuk bağlamış yaralar.. sonra ikincim ya da yedeğim (izdüşümüm müydü amaaan her neyim ise) sonuna dek sürdürebilseydik bu hacıyatmaz oyununu... Onun omzuna yerleşseydim, elimi sıksaydı, kulağına mutluluk sözleri verseydim.. herşey böyle olsaydı işte rengi, tadı, adı ve sanı ne olurdu hayatın? ne kadar yakışırdım bu mutluluk albümüne?.."

"Aklın delilikte bir vazifesi yoktur demedim mi? Perdeyi arala ve ikincine merhaba de.. Deliliğin tuzağına düş diyorum sana a benim salik kızım. Bundan sonra akılla yaşamak yazıktır sana.. Kimsesizliğine acı.. hayatına yük etme şişmiş yüreğini.."

Laf kalabalıklarını oldum bittim sevmezdim. Ama dervişe iç sesimin her dediği bir cüzdü bende.. Kendini bilmez Leyla'nın teki değildim elbet.. ancak dervişemin sesinin peşinden çöllere seve seve düşerdim.
Öyleyse...
Kucakla beni aşk... Omzuna yerleşeceğim.

Cumartesi, Eylül 3

yazar burada sana sesleniyor...



Günler gayet aklı başında geçiyor.. Artık hiçbir şey öyle deli gibi değil. Evet, tam anlamıyla gerçeksever oldum. O düş dünya çıtırdayıp kabuklarını yavaş yavaş attı.
İnanmazsın.. bir sevdiğim bile var. Gerçek sevdiğim.. yani öyle senin gibi yıllarca tarifini yapamadığım birşey değil, başımı omzuna yasladığımda onu sevdiğimi biliyordum. Ele ele tutuşup yürüyoruz, peşinden hızlı hızlı koşmuyorum. Bir insanın yanında durabilmek meğer ne güzel birşeymiş.. mutlulukmuş. Meğer isteğim ne basitmiş.. yanında durabilmek.. Önünde koşmak ya da arkasında kaybolmak değil, tam yanında durmak.
Konuşuyoruz.. uzun uzun birşeyler anlatıyor bana.. Onu dinliyorum.. gerçekten dinliyorum. Yani öyle birazdan beni neremden vuracak kaygısıyla gardımı alarak değil.. dinliyorum işte, hatta gülüyorum, hatta yorum yapıyorum, hatta şımarıyorum. Şımardığımda bana aptal şehirli kız muamelesi yapmıyor, sarılıyor mesela.. Sarılıyoruz mesela, gerçek sarılma.. Öyle birbirimizi sırtımızdan bıçaklamadan, bıçaklarımızı geri çekip oluk oluk kanatıp arkamızı dönüp gitmeden.
Bilirsin.. İnancımı, güvenimi çalıp gittin.. Kıskanıyorum o'nu.. Öyle kriz halinde, yüzünü parçalayıp, ellerini keserek değil.. aklımda aslında aklın almayacağı kurgularla değil. Kıskanıyorum sadece, bana gülümsediği gibi gülümsemesin istiyorum birine ya da öyle bakmasın. Burjuva kaprisi yaptığımı düşünmüyor.. Saçmalıklarıma açıklamalar getiriyor beni aşağılamadan.. Sonra gülüyoruz. Bu kadar..
Sonra.. kendimi ne zaman kötü hissetsem sen geliyorsun aklıma.. Başıma senden daha kötü bir şey gelemeyeceğini düşünerek içimi rahatlatıyorum.
Böyle işte.. Gürültü yok. Kafam pırıl pırıl..
Hayat şahane.. Özlemek çok romantik..
Seviyorum.. gerçekten.
Yani... Kabul et kral.. düştün artık!.

Perşembe, Temmuz 28

hayat benim



Hayatlarını tek başlarına idame ettiren insanların kaderlerinin aslında küçük yaşlarda çizildiğine inanırım.
Yani aslında.. sorun sizde değil bende..

Sanırım okula başlamadan hemen önceydi, Şeyma hayatıma girdiğinde.. Sarı, kıvırcık saçları, bal rengi gözleri vardı..en iyi arkadaşımdı.. Odamın duvar kağıtlarında yaşardı. Birlikte müzik dinler, annemin peruklarını takar dansederdik, birbirimize kitap okur, deniz resimleri çizerdik..
Ortaokula başlayacağım sene başka bir eve taşındık. Şeyma pembe duvar kağıtlarında kaldı, muhtemelen onu hiç farketmeyecek, top oynamaktan başka birşey düşünmeyecek sümüklü bir oğlan çocuğunun odasında..

Denize yakın sayılan, küçük bir ilçede yaşıyorduk. Odamın penceresinden aydınlık günlerde denizi görebiliyordum. Herşeyin haddinden ağır geldiği o ergen dönemleri, yatağıma uzanıp denizaltıma inerek geçirirdim. Herşey durgun ve şeffaf olurdu. Su geçirgendi, herşey akıp geçiyordu ve evet geçirgenliği çok yanlış anlamıştım..

Sosyal patlamalar yaşadığım, kabak çiçeği gibi açıldığım hızlı günleri atlatıp kendime yeni bir hayat heyecanıyla çıktığım yolda kaçmam gereken bir yer yoktu artık.
Hayatım son şeklini almış bir oyun hamuruydu.
Evim kalemdi.. Uzakta tutabildiklerim, konuklarım, bekçilerim, egomun köleleri ve kendimle oldukça kalabalıktık.
Sonra seçenekler çıktı karşımıza.. Bazıları başka şehirleri seçti, bazıları kendi çekirdek ailelerini kurmayı seçti, bazılarının ise seçimini  bilmiyoruz zira söylemeden sırra kadem bastılar..
Ve yalnızlık başladı.

Yalnızlık insanın kendisiyle yaptığı, şiddetli sinir krizleriyle debelenen bir evlilik gibi.
Ne tarafa baksan kendinden izler görürsün. Geceden kalma bulaşıkların, ütüsüz çamaşırların, etrafta hep kendi sırıtık fotografların.. Kendinden sıkılırsın.. atsan atamazsın.. öyle enteresan bir ruh haliyle katlanırsın.

Kendinde dokunamadığın yerler olur. Dokunamadığın herşeyinden bir iç ses edinirsin.  Çatlak sesli hatunumu, hijyeni hatunumu, dervişe hatunumu, lezzet hatunumu, feylesof hatunumu .. hep böyle kazanmadım mı..
Gözlerinden aklı karışık bir sürü ses bakar. Diğer insanlar hakkında "arıza" diye düşünmeye başlarlar. Artık sen otuzlu yaşlarda, yalnızlığı seçmiş, sigaradan sesi çatlamış, kaos işler çözen bir kadınsındır.
Hemcinslerin şekerlenen reçelleri için çözümler arayıp, dizi kahramanları için endişe ederken ..sen konuya giremez.. geceleri iç seslerinle hesaplaşırsın.
Kendi hayatının öznesi olarak uyur, kendi söküklerini dikmeye uyanırsın..

Fena mı?

Salı, Temmuz 26

kader diyemem ben kendim ettim




Amazonlar toplantısına kahvem ve sigaramla eşlik ediyordum.. Ayy sigara kokusundan da durulmuyor burada bir bırakamadık gitti dedi biri.. diğeri bu benim son paketim dedi.. ben de eksik kalmam tabi "o zaman bu söndürdüğüm de benim son sigaram olsun" diyerek aptal kahraman rolümü üstlendim.. Hem de söndürdüğüm sigaradan bahsediyorum.. Aklı selim bir kız olsam, "bundan sonraki sigaram son olsun" derdim.. yakardım bir sigara doya doya çekerdim dumanını, yaralarıma tütünü basar, ateşiyle sevişir, ondan çocuk yapardım. Sigaradan çocuğum olsun istiyorum ulan.. o derece seviyorum kendisini.

İlk iş hemen herkese sigarayı bıraktığımı ilan ettim.. Herkes bilsin, kararımdan vazgeçemeyim diye.. zira yiğitliğe bok sürdürmeyen pis bir yapıya malikimdir. "Malik" hadisesi uysa da olur uymasa da olur, zira heyheylerim üstümde ne diyorsam o doğrudur. O kadar!.

Ofiste vakti geçirmenin engebeli yolları var.. Aylardır okumadığım maillerimi cevapladım, tanıtım maillerini klasörledim, özenle teklifler, bütçeler hazırladım..kimselere çaktırmadan uyudum.. az kişiye çaktırarak ayaklarımı da uzatıp uyudum.. bana ne görürlerse görsünler diyerek sırtımı da yaslayarak öyle geniş geniş uyudum..

Eve geldiğimde içimin Hijyenik Hatun'u beni esir aldı.. "Ter atarsan zehir daha kolay çıkar, atakların azalır" diyerek beni kandırıp evin bütün temizlik işlerini üstüme yıktı. Yerleri süpürdüm, balkonu yıkadım, odaları sildim, bulaşıkları yıkadım, toz aldım, fayansları cifledim, küveti ovdum.. Bunları yaparken etrafımda dolanan minik köpek yavrum Juliet'i de elime geçirdim bir ara onu da ovdum, sildim, süpürdüm..
Temizlik bittikten sonra içimin Lezzet Hatun'u aylardır saklandığı yerden çıkıp mutfakta şaheserler yapmama olanaklar tanıdı.. Tamam bu kısmı biraz abartılı oldu aziz dostlarım zira hala ocak&fırın yerleşimimi yapmadığımdan yemek pişiremiyorum.. Ama şahane ızgara sandoviçler, salatalar felan hazırladığım da bir gerçektir. Hakkımı yedirtmem ulan!.

Gece kalbim sıkışmaya başladı. Ne enteresandır sigara içerken gümbür gümbür işleyen zavallı minik kalbim, sigarayı bıraktığım gün vücudumda patlamalara neden olan bir baskı unsuru oldu. Ayy benim kalp beni bir sıkıştırıyor, bir daraltıyor, nefesler bir kesiliyor, kan bir çekiliyor bende.. Kendime "sık dişini kızım, yemeyiz biz bunları" öğütleri vermeye başladım.. Hani savaş filmlerinde olur ya, sürünür ama vazgeçmez.. Suratıma gururlu bir ifade yerleştirip "Julyetttt gel kızım gezmeye çıkıyoruz" diye haykırdım.. Minik köpek yavrım Julyet uykusundan sıçrayıp uyandığı gibi kendimizi kapıda bulduk.

Üç paragraf eylem yaptığım halde hayın gün geçmek bilmedi. Sıcaklar basıyordu, uyunmuyodur, yatak gıcırdıyordu, birisi topuklu ayakkabılarıyla merdiveni çıkıyordu, juliet rüya görüyordu, canım sigara istiyordu..

Kalbim yerinden çıkacak gibi uyandım.. Tabiki de sigara yüzünden değil.. Juliet balkondaki vantilotörü devirmiş, böyle devrilmeler insan uykusunda evin bir kısmı yıkıldı etkisi yapıyor. Canım sigara istedi..
Yine malum bağırış  "Julyetttt gel kızım gezmeye çıkıyoruz".. Minik köpek yavrum gezinin sonunda dili dışarda yere yapıştı, oysa benim onlarca kilometre daha yürüyecek kadar hırslı enerjim vardı.

Ofise geldim.. Ölümcül playlistim devredeydi.. Bildiğim tüm vurucu şarkıları dinleyip bozuk sinirlerimi biraz daha ateşledim. Dünyada yalnız olmak istediğime karar verdim. Kulaklıkları takıp, gözlerimi karartıp herkesten uzaklaştım. Baktım kendimle kavga ediyorum, gözlerimi açtım, kurbanlara baktım..

Aksanlı aksanlı şeyler yazıp sevimlilikler yapan sevgili gözüme ilişti. Önce kendisine sarmamak için görmemezlikten geldim fekat ben ona karşı üç maymunu oynarken o da resmen gözüme gözüme zıplayıp el sallayan gülen suratlı bir figüre dönüştü..
Hata bulmak istiyorsan hemen sikko sosyal paylaşım sitelerini açarsın ve tarayıcına anında takılır başka kızlarla fingirdek yazışmalar.. İçimde köpekleşen sigarasızlıkla dişlerimi geçirdim ensesine..
Hakkımı yemeyin aziz dostlarım.. Sigarayı bırakmışım, sinirlerim psikolojilerim anestezik düzeyde.. Filozof muyum ayol ben..kıskanma yok, sinirlenme yok.. Olgun ol, anlayışlı ol, mağrur ol.. Hadi ordan!.

Canım sigara istedi.
Akşam ikinci grup amazonlarla bulup rakı içeceğim.. Sigarasız rakı.
Durun önce Juliet'i dolaştırayım.

Pazartesi, Temmuz 4

izninizle..


Aslında hayli olağan bir gündü. Bembeyaz bir suratla işten çıkmış eve dönüyordum. Olağan halimdir, hep işten çıkıp eve dönerim. On dakika içinde kararıp rüzgarlanan sonra bardaktan boşalırcasına yağmurlanan hava da bana hayli olağan gelmişti. Zira göktanrı artık bunamıştı, yaşına hürmetinden kimseler görevini elinden almaya yanaşmıyordu. O da gün içinde türlü kevaşeliklerle kendisini bize sık sık anımsatıyordu.

Sokağın köşesni dönerken gördüm Çatlak İç Sesim'i. İki çöp bidonu arasında volta atıp duruyordu.. En sevdiğim kırmızı elbisemi giyinmişti. En sevdiğim kırmızı elbisemi görmeyeli yıllar olmuştu, hayatıma girer girmez sevdiğim herşeye el koyup zulaladığını hissettim. Kayıp terliklerim, bulamadığım çantalarım, fırfırlı eteklerim.. Çoktan bitip gitmiş ama aklımdan fikrimden atamadığım herşey dahil, hepsi onun zulacılığının eseriydi. Sinirlendim, görmemezlikten gelip eve girmeye karar verdim.
Tabi bu mümkün değildi. Tırnakları olan bir iç sesti nihayetinde, üstelik dişleri de vardı. İsterse sokak ortasında döve döve, bana istediğini yaptırabilirdi, pazıları vardı.. ve benim mahallelinin ağzına laf vermeye niyetim yoktu. Gülümseyerek yanına gittim..

"Salak salak sırıtma da dinle beni" dedi. Evet Çatlak İç Sesim dişli, tırnaklı, kırmızı elbiseli ve kırıcıydı. Haftasonu yıllık iznini kullanmaya karar vermiş. Ege'de biraz kafa dinleyecekmiş. Tarihlerinin ve rotasının benimkisiyle aynı olması beni dehşete düşürse de kabul ettim. Zira reddedebilme kısmını biz çoktan aştık, o ne derse o olur.

Karşı apartmanın camındaki kediye takıldı gözüm.
Ne düşünüyorsun dedi..
Arkadaşlarını eğlendirmek için tek ayak üstünde hokkabazlıklar yapan, miyavlı şarkılar söyleyip insan taklitleri yapan sevimli bir yavru kedinin, hız haddi olmayan bir veletin arabasının lastiğinin altında kalma ihtimalinden ölesiye korkuyorum dedim.
Haydi eve çıkıp bavullarımızı hazırlamaya başlayalım dedi.

Pazar, Mayıs 29

kombinezon mavisi



"Sakın yokmuşum gibi davranmaya çalışma " dedi ve sigarasını yaktı.. Dumanı yüzüme üfleyerek "ben senin çözülmeyecek sorununum" diyerek tırnaklarını gösterdi.
Evet çatlak iç sesimin tırnakları var.. Orta yaş bunalımına girdiğinden beri tırnaklarını mavi, yeşil, sarı, mor... renk renk boyuyor, uçlarına çiçekler, uğur böcekleri, nazar boncukları konduruyor. Akli uzuvlarına söz geçiremez oldu.. Diğer iç ses hatunlarım ve ben farklı bir çıkış yolu bulamadığımızdan durumu kabullendik derhal.. Gizli gizli dedikodusunu yapıyor, o ne dese itaat eder gözüküyoruz.

Kendisine "öldüren cazibe" ruhunu biçmişti.. Bildiğiniz biçmiş ama.. O minnacık kombinezonuyla üstüme ağır çekim yürüyüp sigarasından nefes çekerken ben kıymık kıymık parçalanmaya başladım.. Çelikmez bir sahne cereyan edecekti aramızda..
Yanıma geldi, bacakları bacaklarıma değiyordu.. üstüme eğildi, saçlarımı avuçlayarak çekti, nefesini boynumda gezdirip kulağıma "herşeyi kontrolden çıkartabilirim biliyorsun değil mi" diye fısıldadı..
Kahretsindi.. Nooooluyordu lan?? Yok artıktı.. mümkün değildi.. Çatlak iç sesim resmen bana yazıyordu.. yazmaktan öte ahlaksız teklifler yapıyor, beni taciz ediyordu.. Çığlık çığlığa Dervişe, Hijyen, Emekçi, Feylesof bütün iç seslerimi yanımıza toplamaya yeltendiğim an uzun tırnaklı parmağını dudağına götürüp "ne olur sus" diye ağlamaya başladı.. Ojesiyle kombinezonu aynı mavilikteydi.. ve daha fenası rimelleri akmaya başlamıştı. en vahimi ise ohaa o da kadındı..

Üstüne bir şal verdim, birer kahve alıp pofidik koltuğumuza oturup sigaralarımızı yakıp dertleştik biraz.. Çatlak iç sesimi ilk kez ağlarken görüyordum. Alt dudağı bükülmüş küçük kız çocukları gibiydi.. Sümküre sümküre ağlıyordu..
"Ben öyle unutulup bir kenara atılacak kadın değilim.. Bütün hayatını ben çekip çeviriyorum..bütün yükün benim omzularımda.. Seni insan formuna sokabilmek için ne mücadeleler verdim senin yaptığına bak, kendin gibi sırıtık bir oğlancağız bulup hemen silip attın beni.. Yook yook.. bu böyle olmaz. Sıkıldım senin çıkmazlarını yönetmekten.. artık ben de hayatımı yaşamak istiyorum, aşık olmak istiyorum.."

İçimden güldüm, yok içimden yerlere yatarak kahkahalarla güldüm.. Kendisi de içimin mensubu olduğu için anladı tabi durumu ama saldıracak gücü yoktu. Başka zaman olsa beni duvardan duvara atarak döven, saçlarımdan tutup yerlerde sürüyen, yüzüme yüzüme ağır söven çatlak hatunumun sesli sesli ağlar hali içime su serpti..içimde baharlar açtı..fişeklerle kutlandı..

Karar alındı.. Dervişe hatunumla birlikte kendisine görücü bulma yolunda atılımlara başladık. Çatlak hatunumuzu sindirecek, bağırdın mı titretecek, üstesinden gelebilecek öküzümtrak bir adem oğlu aramaktayız. Ve duacıyız.. evlense de bitse ızdırabımız.

Çarşamba, Nisan 13

inanır mısınız bilmem..



Günler titremelerle ve baş dönmeleriyle gelirdi..
Senin hep halletmen gereken büyük meselelerin vardı, benim aklımın alamayacağı kadar büyük meselelerdi. Acısına ortak çıkman gereken aciz uzantıların vardı, ben acıdan anlamazdım. Sana, okyanuslarda yüzüyorum oğlum ben bana komuyor diye artistlikler yapıyordum çeşitli şekillerde.. Oysa bir su damlasında boğulduğum günlerdi.. Sen akıllıydın, anlardın halimi.. ama karikatür gibi kızsın sen der, güler geçerdin her saçma hareketime.
Sonra...
Çok güçlüsün ya sen, bunu da aşarsın deyip çekip gitmiştin.. Saldırganlığım, kibirim ve kangren aşkımla beni öylece terketmiştin.
Günlerce beklemiştim.. yağmur yağsa da boğulup gitsem içinde diye.
Güçsüzdüm, sensiz olan hayatı çoktan unutmuştum. Bilmediğim yollarda dolaşıp yanlış yollara sapan karikatür gibi bir kızdım.. Yağmurları biriktirdim, kendi okyanuslarımın sahibi oldum. Senin bir bardak suda tökezlemeni sessizce seyrettim.
Sessiz kaldım. Ne öyle gözyaşı dolu mesajlar gitti benden sana, ne gece yarısı sesini duyma kıvranmalarım oldu. Dişlerimi sıkıp sustum. Seninle geçen yedi yılın her saniyesini defalarca tekrarladım içimden, herşeyi karikatürlere döktüm.. Nerden bakarsan bak hiç komik değildik.

Aniden girmiştin hayatıma. 16 nisandı, doğduğum gündü.. Aylarca sürecek bir çöl macerasına gidiyordun.. Uçağa binerken aramıştın beni.. Mutluluktan ağlamıştım saatlerce, döneceğin günü beklemenin tuhaf telaşıyla.. Ben o gün ölmüşüm meğer, yirmi yaşımda, hayatımın en deli baharında..
Aniden çıkmıştın hayatımdan.. 16 nisandı, doğum günümdü.. Aylarca sürecek deniz aşırı bir yolculuğa gidiyordun. Uçağa binerken aramıştın beni. Hayat garip demiştin, yıllar önce doğum gününde bulmuştuk aşkı.. garip bir diyalektik.. yıllar sonunda doğum gününde aşkı kaybettik.. ben gidiyorum.
Tarifini ancak bir cesedin yapabileceği bir acıyla ağlamıştım aylarca.. yıllarca..

3 gün sonra yine doğum günüm. 3 yıl geçti üstünden. Akla sığmaz 3 yıl.
Her adımda bir yerlere takılıp, bedenimizden birer parça bırakarak yaşamaya çabaladığımız 3 koca yıl. Başkalarını sevme denemelerimiz, bir yerlere ait olma çabalarımız, yeni hayat hırslarımız, tatsız tuzsuz hayatımızla geçen yıllar.
Birbirimizi bu kadar acıtmışken birbirimizi böyle delirerek geri istemelerimiz neden? Birbirimizi bu kadar parçalayarak geri isterken birbirimize bir türlü kavuşmamak neden? Nerden bakarsan bak, dünyanın en saçma iki insanıyız biz.

Bugün..
Dalgalarımı ehlileştirdim, okyanuslar sakin.
Güvenmeyi öğrenmeye çalıştığım biri var. Sana hiç benzemiyor. Hergün aynı saatlerde arıyor. Saçma sapan kıskançlık krizlerime sabırla katlanıyor. Sorduğum herşeyin cevabını alabiliyorum, akıllı olduğumu ve anlayacağımı düşünüyor. Telefonu kapalıysa şarjı bittiğindendir biliyorum. Karmaşadan uzak, normal bir hayatı var. Beni senin gibi sevmiyor. Seviyor işte, sade.. Bana olan aşkından dolayı çıkmazlar yaşamıyoruz.. artık kaç yaşına geldik, aşk yok biliyoruz.
Sana hiç benzemiyor.. içim rahat uyuyorum.

Perşembe, Nisan 7

seviyorumki..




Hoşgeldin bahar.. ben de seni bekliyordum ne zamandır.
İyi ki geldin lan.. billahi herbir yerimle özlediydim seni.. Canımsın, adamsın, büyüksün.. seviyorumm reyiz.
Çok pis motive oldum seni görünce.. Evde bahar temizliği yapma semptomlarına girdim, içimde durdurulamaz bir temizlik isteği var. Allah kısmet, nasip ederse başlayacağımdır.. Ev cinayet mahali gibi zira.. Allahın hikmeti işte, demek sen lazımmışsın lan bahar.
Seni seviyorum bahar. Kızım olsa.. yok lan adını "bahar" koymam, ama olsun seviyorum seni yine de..
Böyle çok mevsimsel falan içerikli oldum, tuhaflardayım..
Hem yazar belki burada başka birşeye gönderme yapıyordur, belki bahar amaç değil araçtır gibi klişelerdedir.. ne biliyorsunuzki..
Hadi öptüm..

Cuma, Nisan 1

başlık bulamadım



Falımda da çıktı bak.. Yüreğim şişmiş benim.
Şiş bir yürek, zayıf bir mantıktan daha ağır basıyor her zaman. Yüreğimin isteklerini ehlileştirmeye mecalim yok.
Zaten rejimlerdeyim, açlıktan halsizim.. Ayrıca her besine nadide bulunan bir esermiş gibi davranıp, ucundan minik ısırıklarla kendimi doyurmaya çalışmaktan, içten içe beynimi tüketmeye başladım.
Hemen herkesin bir fikri var.. Şiş yüreğimle, stresli işimle, uyuşuk hayatımla, ölüm rejimlerimle ilgili.. Ağzı olan herkes konuşmakla kalmayıp öğütler veriyor.
Ne yapmam gerektiğini bilmediğim doğru!.
Ömrüm katil rolü kesmekle geçmiş.. Kurban rolünü beceremedim. Suçu ruhuma sindirmeyi bilirim ben, başkasını affetmeyi değil.
Mükemmeliyetçi öğütlerinizi istemiyorum.. Zaten yüreğim şişmiş.. Yalan, yanlış, huzursuz.. her haliyle onu geri istiyorum. Evet.. mantığım zayıf ve ben böyle eksik kadroyla hep hatalar yapıyorum. Hatalarım beni üzüyor. Üzülmek sorun değil, ben onu geri istiyorum. Üzülmelerimle nasıl başedeceğimi biliyorum. Sökük yerden ipi çekiyorsun, bitiyor..
Şımrık bayram çocukları gibi yapıştı kapına şiş yüreğim.. Seni affetmeye alışmak istiyorum. Otuz yıldır kendime bile alışamamışken bunu istemek ironik oldu, kabul ediyorum. Mantığım zayıf, kabul et..

O bahar.. Yine öyle olsa.. çimlere uzansak.. ben dondurma yesem, sen bana bakıp ölsen.. Hani beni severken ölürdün..
Sahi sen beni niye öldürdün.. o kızıl silahla??
Yok.. Affetmeyeceğim.

Pazartesi, Mart 21

iyiyim.. sen?



Beni soracak olursan... ki pek sorma huyun yok bu aralar, biliyorum.. Sahi sen neden dut yemiş bülbüle döndün?
Neyse canım.. hayat şöyle böyle gidiyor, gidiyor yani bitmiyor bunu bil.
Bir de bilmelisinki en çok "yaz"ı özledim..
Saçlarımız hep ıslak olurdu, hep güneş kremi kokardık ve ayaklarımızda hep kum taneleri olurdu. Hep's(e)ini özledim.
Bazen odayı iyice ısıtıp, müzeye kaldırmayı düşündüğün kırmızı elbisemi giyiyorum akşamları. Tamam kabul ediyorum, o elbisenin içine kesinlikle sığamıyorum ama inatçıyımdır bilirsin, bir şekilde giyiyorum yine de.. Sonra bir porto şarabı açıyorum, tadın geliyor ağzıma.. yutuyorum. Bazen bir dikişte bitiyorsun. Çabuk çabuk bitirmek istiyorum seni.. Seni düşünmem hemen geçsin, kalbimde yeni telaşıma yer açılsın istiyorum..
Sen gırtlağımı burdukça, O başımı döndürüyor..
O.. Puslu bir günde, bana dalgaların sesini dinleten, güneşten buzlanmış camlar gibi..
O yaz gibi..
Ne zaman sen gelsen aklıma, içim O'na çekiliyor.. Çıplak ayaklarla ona koşuyorum.. Omzundan çekip, boynunda boğuluyorum. Gözlerimi kapadığımda senden hiçbirşey kalmıyor geriye..
Yani iyiyim ben.. sahiden.

Salı, Mart 8

ben olsam beni çok severdim.. sorun onda.



Evet.. kafalar biraz karışık blog.
Aman yine mi kızım yaee sen de baydın ama haa falan diye bik bik laf yetiştirmeye çalışanlar var aranızda biliyorum.. Herşeyin farkındayım lan ben. Görmemezlikten geleceğim o ayrı.

Böyle kalbimi fingirdeştiren birşeyler hasıl oldu bana.. Bünye kaldıramadı tabi. Düşün düşün beynim aşındı.. Aman nasıl olur'lar, yok ben çok yoruldum'lar, ayy buna strateji yapmak lazım ama ben beceremiyorum'lar, öff gittikçe çirkinleşiyorum'lar, onu düşünürken bu kadar çikolata tüketirsem kapılardan sığmayacağım'lar, kendimi şaraplara vurma'lar, lan çok mutsuzum'lar, burç uyumlarına bakma'lar, işlerini bitirememe'ler, uykusuz kalma'lar, hastir aşık mı oldum'lar, yok annem yook bu herif bildiğin piç'ler, erkek değil mi hepsi aynı'lar, ben bu işin sonunu biliyorum'lar, bence o kadar da istemiyorum'lar, amaan soğudum bile'ler..
Tabi ben bütün bunları şahsıma münhasır hayatımda düşünüyor, kuruyor, kurcalıyor.. esas oğlanımıza hiçbirşey hissettirmiyordum. Bu arada kendisini ne arıyor, ne soruyor, ne dürtüyorum.. Karar verdim, o beni ararsa cevap vermeyeceğim telefonuma, arasın dursun danalar gibi, kestirip atacağım diye.. Sonra dönüp şöyle kısacık geçmişimize bir göz attım.. Tanrımmm, yarapppimmm, noooolamazz..! Ben bunları kurup kudurup kararlar alırken esas oğlan beni hiç aramamış ya.. Adisin blog, sen nerdeydin.. niye beni hiç uyarmadın.. Allahın yok mu blog, hayinsin blog.
Hemen toparlanıp tüm iletişim kanallarımdaki kayıtlara baktım. Bir "merhaba", bir "nasılsın", bir "sesin çıkmıyor", bir "teşekkür ederim sen çok iyisin" mesajı.. Ben neler yapsam diye üstatlara akıllar danışırken, herif  (artık esas oğlan demeyeceğiz kendisine zira gözümüzden düştü) bana kıytırıktan iki selam vermiş, bir de bir iyiliğme karşı nezaketen sen çok iyisin demiş. İyi olmak kimin umurunda, ben daha cazip birşeyler olmak istiyorum..
Üç hafta içinde sekiz kilo aldım. Bütün gün kendisine küfür edip yemek yiyorum. Mide fesatlarından ölebilirim her an, bana iyi davranın blog.

Hani ben kararlar alıp, amaan arasın açmayacağım, uğraşamam falan diyordum ya.. Arasın lan blog. Nolur arasın, böyle aklını kaybetmişler gibi psikopatlara bağlayıp ta arasın. Açmayacağım.

Cuma, Mart 4

resimsiz..



Bazen ev saydamlasiyor..
Pencere pencere oluyor butun odalar.. Oda oda oluyor icim. Icim cam, etrafim cam.. Icimde cam kiriklari..
Seni ozluyorum..
Bir sigara yakip pencereye cikiyorum.. Sokaktan gecen kimse sana rakip degil..
Yuzume gulenin yuzune tukuresim geliyor. dokunanin bileklerini kesesim..
Cam kiriklari bulasici oluyor zamanla.. Benden onlara tasiniyor.
Kaniyoruz hep birlikte..
Seni ozluyorum.

Pazar, Şubat 27

Domatesli makarna ve O..




En güzel yaşlarımın en güzel yaz mevsiminde tanıdım O'nu.
En iyi arkadaşım Rüzgar beni bir sokak düğününe davet etmişti, "kesin O da orada olacak, aylar oldu hiç konuşamadım ama sen kesin bir yolunu bulur tanışırsın ve bizi tanıştırırsın" demişti. Arkadaşımı aşkına erdirecektim..
Semtte yazın her günü sokak düğünü olurdu ama benim ilkimdi. Fotograf makinamı kapıp, tiril tiril elbisemi kuşanıp gittim.
Kulağımda walkman köşeyi dönüyordum, aniden dünya aydınlandı, farlar gözüme girdi..kaçamadım, kaçırmadı ayağımdan yakaladı beni lastiğiyle.. O ayağımı ezdi.
Hemen durdu, arabadan inip yanıma geldi. kaldırımın hemen kenarındaki beton sete oturttu beni.. Arabaya oturtsa iyiydi, zira arkamı yaslandığım tel örgü elbisemin sırtında uzunca bir yırtık oluşturmuştu. Korkarak özürler dileyen O, elbisenin carrrt sesiyle gülmeye başladı. Ne güzel gülüyordu, hiç kızmadım O'na..
Rüzgar'ın çirkin eşofman takımı ve babasının tuvalet terliğinden bozma plastik terlikleriyle katıldım sokak düğününe. Hiç te umrumda değildi, aşık olmuştum..
O geldi.. Rüzgar da ben de aynı anda "geldi" dedik birbirimizi dürterek.. Kahretsindi, O en iyi arkadaşımın aşkıydı.. Kötü bir tesadüf sonucu beni kalbime kadar ezmişti. "Ahu, inanamıyorum bize doğru geliyor, Ahu bayılacağım, Ahuuu" diye deliriyordu Rüzgar.
Tanıştırdım.. Bizim kızda bir tripler, mahallede dedikodu olur, gider misin lütfen, bak abim burda, Ahu o gitmiyorsa gel biz gidelim, ne sandıysa bizi..
Küçük semt.. Hemen ertesi gün bizim evin sokağında gördüm O'nu. Bu kez motordaydı.. Bakkala girdim, bakkala girdi. Kalem kağıt istedi, elime alelacele yazılmış bir not bırakıp çıktı, "haftaya okulum açılıyor, İstanbul'a gitmem gerek, akşam evde olacağım telefonunu bekliyorum.. 651.. .."
Aramadım... Vazgeçmedi.. Evde oturup aramamı beklemektense her akşam penceremin önünde bekledi.. Her akşam pencerenin arkasında ağladım.
Okullar açıldı.. Artık gitti, bir daha görmem diye beklerken akşam yine penceremin karşısındaydı.. Öyle hiç konuşmadan gecelerce bekledi beni. Öyle hiç konuşmadan gecelerce ağladım O'na..
Bir gün Rüzgar ağlayarak geldi yanıma.. "Annesi anneme anlatmış, bizim çocuk her gün buraya geliyor, doğru düzgün okula gitmez oldu, burada bir kıza aşık olmuş, evde kıyametler kopuyor demiş" dedi. "Kimse o kız Allah belasını versin" dedi. Allah belamı versindi. Gecikmeden verdi..
Konuştuk.. ben seni istemiyorum dedim. Neden ağlıyorsun o zaman dedi.. Geceleri penceremin önünde sapıklar gibi bekliyorsun, korkuyorum ben senden dedim. Gitti.. Aramıza koca bir kış girdi.
Rüzgar başka birisine aşık oldu. Hiç göremediğim bir çocuğa.. Büyük ihtimalle yoktu öyle birisi.. Benden uzaklaştı, sevgilimle buluşacağım şimdi konuşamayız diye kapattı hep telefonları yüzüme. Hiç konusu açılmasa da anlamıştı.. biliyordum.

Yaz geldi.. O döndü. Artık motora binmiyordu, kaza yapmıştı. Küçük semt, kime ne oldu herşeyi biliyorduk..
Karşılaşmamız uzun sürmedi. Bir arkadaşım doğumgününü O'nların evinin bahçesinde kutladı. Bu dünyanın en güzel günüydü. Birlikte erik topladık, tuza banıp yedik.. Tarifsiz mutluluklar albümünde en güzel kareydik..
Hergün birlikte geçiyordu.. Bisiklete biniyorduk, dondurma yiyorduk, bilardo oynuyorduk.. akşamları sokak düğünlerinde uzaktan bakışıp işaretleşiyorduk. Saatlerce telefonda konuşuyorduk..
Bir gün öyle aniden elimi tuttu.. Dizlerimin bağı çözüldü.. Düşecektim belimden tutup çekti beni. Açlıktan ayakta duramıyorsun, ben de çok acıktım gel yemek yiyelim dedi. Öyle ortalarda başbaşa gözükmek olmazdı, dünyanın en sevimsiz esnaf lokantalarından birine gittik. Yenebilir en yi yemek domatesli makarnaydı. Hiç te iğrenmeden gözlerimizin içine baka baka yedik.. Kararımı vermiştim. Rüzgar'a açıklayacaktım herşeyi, beni severdi, affederdi.. Bekleyemzdim hemen Rüzgar'a gitmeliydim..
Beni ezdiği köşede ayrıldık. Sokakta kimseler yoktu.. Elimi tuttu "ben sana çok fena aşık oldum, biliyorsun dimi" dedi. sonra beni öptü.. hayatımın ilk öpücüğüdür.. Akşamüstü iğde ağacının altında, dünyanın en güzel gözlerine ve gülüşüne sahip O'nun su gibi dudağından.. Nasıl dedim bilmem hala "ben seni seviyorum" çıktı ağzımdan. Hayatımın ilk seni seviyorumudur.. ve sonuncusudur..

Rüzgar evde yoktu.. Evime döndüm.. Penceremin önünde oturup gelmesini bekledim. gelmedi. Evini aradım, annesi çıktı telefonu suratına kapattım. Bekledim, bekledim.. Uyudum..
Sabah bakkala ekmek almaya giderken belediyeden yapılan anonsu duydum.. Küçük semt, her hadise belediyenin anonsuyla duyurulurdu.. Dün gece geçirdiği trafik kazası sonucu.. merhum Ş.D.'in torunu... K.D.'nin oğlu... O'nun cenazesi bugün öğle ezanından sonra.. aile mezarlığına defnedilecektir..

Motor.. hızlıymış.. kamyon çıkmış karşısına köşeyi dönerken.. kamyonun altında..

Salı, Şubat 15

pamuk annem..



Bu acıların hepsi sahici mi diye düşünürdüm.. Yoksa yine aklım mı fazla çalışıyordu.. Hesaplamadığım zamanlardı. Bir küvet dolusu su daha cazip geliyordu..
Yine suyun cazibesine kapıldığım bir gün, önce Metaxa'yı daldırdım suya.. olduğundan daha berraktı... sonra kendimi koyuverdim o berraklığa.. Yok amaç öyle acılı ölmek falan hadiseleri değildi.. Nefessiz kalsam neyi düşünürüm denemesiydi. Saçmalayın a blog.. ben de ölecek göz var mı allasennn..

Küçük bir kız çocuğuydum.. Kıvırcık saçlı ve şişko yanaklı.. Sevgili ebeveynlerim Kıprıs dolaylarında tatillerdeydi.. bana pembe adidas eşofman ve mavi saçlı lahana bebek getireceklerdi. Bu şartla kabul etmiştim babannemle dedemin bakımımı üstlenmesini.. 
Dedemin gümüş köstekli saati 12:00'yi gösterdiğinde yoğurtlu ıspanağımızı yemeye oturmuştuk. Disiplinli adamdi bir dakika aksatmazdı hayatı. Sabahları kültür fizik yapar, kolalı göleğini giyer, kravatını ceketini kuşanır öyle çıkardı karşımıza.. ve ona göre öğle yemeğinden sonra küçük torun çocuk parkına götrülmeliydi.. O bankta oturup Cumhuriyet gazetesini okurken küçük kız salıncakta sallanabilirdi. kaydırak yasaktı, ayaklarıyla tırmanan çocuklarının ayak tozunu elbiseyle sıyırmak olmazdı..
Yan salıncaktaki çocuk ayakta ellerini bırakmış sallanıyordu. Ondan eksiğim yoktu, saçlarım fazlaydı üstelik ve fırfırlı sarı elbisem. Ellerimi bıraktım önce, sonra yetmedi, sıkı sıkı tutunarak ayağa kalktım.. tamam çok sıkı tutunamamışım, anında yerle birleştim.. 
Kolumdan çekiştire çekiştire eve götürdü beni dedem. Ben parkta oynamayı hakedecek olgunlukta değilmişim henüz, bu terbiyesiz hareketim annemler gelene kadar sokağa çıkma yasağıyla cezalandırılacaktı. İyi de ben zaten sokağa çıkan bir çocuk değildimki.. Ama yine de kendimi odama kapatıp ağladım.. Sessiz sessiz hem de.. 
Yok be blog, dedeme asla küsmedim.. Huyum, suyumdur dedemdir biraz benim. Aksiliğim, düzen deliliğim, laf dinlemezliğim, delinmez kurallarım..
Babaannem beni banyoya sokup iyice çitilemişti.. Saçlarımı tararken büyüklerin sözünden çıkılmamasını öğütlüyordu.. Ama demiştim, kimse bana salıncağa nasıl bineceğimi söylemediki hem ben kimseye söz vermedimki salıncağa ayakta binmeyeceğim diye.. Bazen dedi, kimse sana birşey söylemez, sen yanındakileri anlayıp neyi nasıl yapmanı istediklerini anlamak zorunda kalırsın... yok anlamazsan cezanı da yok yere çekersin..

Babaannem bana hayatın sırrını yedi yaşındayken vermişti.. Otuzuma gireceğim bugünlerde hala anlamadığım cezaları çekmeten kendimi alamam..
Babaannem.. Pamuk annem.. Nefesim kesildiğinde aklıma gelen..

Kimilerine göre sevgililer günüydü.. Ben babaannemi aradım, kandilini kutlamak için.. Doktorlar çok yakında aramızdan ayrılacağını söylediler.. Hiç bir sevgiliden duyamacağım sıcaklıkta ahummm dedi, çok özledim seni..
İş, güç dedim.. gelemiyorum dedim..
Gelsem, ağlarım.. hani hastanede odanın kapısında sonuçlarını beklerken ağlayıp herkesin sinirini bozduğum gibi.. Kolay bahanem var, işim gücüm..
İşler çok güç be babaanne.. Aklım, sırrım yetmiyor anlamaya.. Hep cezadayız anlayacağın..
Senin aramızda olmayacağını rahatlıkla söyleyen doktorlarla dolu dört yanım.. nerden bakarsan bak hepsinden hepsinden nefret ediyorum.
Aklın kalmasın bir de.. Yeni evime taşındım, rahatım yerinde. Açamadığım kolliler var, ama akreplerden kurtuldum sanırım..
Ben gelemiyorum sana.. Sen gel istiyorum.. Şu ocağı bağlatayım doğalgaza da sen yaparken seni saatlerce izlediğim böreklerden yapayım istiyorum sana..
Vakit kısıtlı.. Yetişmek istiyorum bu ana babaanne.. Bir sonraki hafta organizasyonum yok.. Nolur sabret o ceza azraile de gel bana..
Aaa bir de hiç söylemedim, son zamanlarda durumunu anlama diye söyleyesim boğazıma düğümleniyor, ama seni çok seviyorum babaannem.. pamuk annem..


Pazar, Ocak 16

ben hamken yandım.. buna ne demeli sevgili rumi..



Ben de topraktan bir candım altı üstü.. Ol demiş ol'muşum.. Bu kadar.
Ben aciz kul.. Aşk'la nasıl parsellediğimi sandım cennetin ırmaklarını, bağ çiçeklerini, tuba dallarını.. Sahi ne vardır tubanın dibinde.. Neyse sırlar bu yazının konusu değil..
Mukaddes öykümüzün nihayetine hiç yakışmadı telefonda "bitsin" demem, kabul. Ama sen de kabul et hiç şık olmadı "bitsin tabi" diye kesip atman.
Tutuşuyordum, pişmeye yeni başlamıştım. Aşkla başım dönüyor, bu yanma, yok olma hissi beni kendimden uzaklaştırıyordu. Artık kırıp parçalamıştım kulağımı, gözümü, bedenimi. Ben'likten çıkmış, aşka ölüyordum her saniye. Bir kalbin için, bu koca cihanı ateşe vermiştim.. Varlığımı bu aşkta yok'a yazmıştım.
"Bitsin tabi, hadi" diye kapattın telefonu.
Yanlışlıkla kapandı sandım ilk önce, saftirik bir mizacım vardır bilirsin. Sonra tekrar aramanı bekledim.. Bekledim.. Yok kızgınlıkla kapattı dedim.. Geçer siniri arar dedim. Bekledim.. bekledim.. Kapris bana hiç yakışmamıştı, hani aşk-yanma-yok olma neresinde bunun dedim. Şimdi nasıl içine çekilmiştir, gözlerine kan oturmuştur, şimdi nasıl gururludur.. arayım özür dileyim dedim.
Açtın telefonu, oldukça gürültülü bir gece kulübündeydin belliki "haaa ne var, ne diyeceksin söyle çabuk" dedin. Kabul et, oldukça öldürülesiydin..
Sonraki her gelişin, her arayışın cehennem ateşiydi. Cennetin hararetinden iz yoktu.
Şimdi orada burada paylaşıyor kızlar şiirlerini.. İnceden bir ney sesiyle, fonda senin siluetin. Hepsinin altında yorum enflasyonu..
Diyorumki bu kadardın da biz neden göremedik onca zaman..

Yahu bir de ota boka, habire "bir bu kadar".. falan diyerek başlamasaydın her mısrana çok şahane saygı görecektin nezdimde. budur..

Çarşamba, Ocak 12

rumi'den..




"Mevlana’nın dediği gibi ahunun kokusunu takip etmek neyse, Allah’ın tabiata sinmiş nurunu izlemek de odur. Söz konusu olan kokuyu bırakıp ahunun kendisinde fena olmak değildir. Onunla birlikte yürümektir esas olan.."

Salı, Ocak 11

aşk'a..


Okul ne ola ki.. Benim üniversitem sendin.. Binerdim sarı bir otobüse, üstünde güreşen pehlivan resimleri.. Yoldaki çizgileri saya saya gelirdim sana..
Otogar kalabalığında beklerdin beni. 2 saat 15 dakika.. saniye saniye sayardım, o zamanlar böyle beş dakika boş vaktimi yatırmazdım uykulara..
Ne güzel karşılardın sen.. Nasıl kucaklardın..
Şımarığın tekiydim o zamanlar.. boynuna atlar, dünyayı durdururdum..
Yol boyunca durakları sayardık.. Edirne, Babaeski, Lüleburgaz, Kınalı, Silivri, Kumburgaz, Çatalca, Bahçeşehir, Mahmutpaşa, Şimşek.. Kimseler bilmeden papatyalarımı paylaşacağım Şimşek..
Metalik bir arabaya binerdik, plakası "au".. Bir saniye susmadan anlatırdım koca haftayı.. Bir detayı atlamadan.. Yorulurdun beni dinlemekten, anlamazdım o zamanlar.. Şimdi anlayabiliyorum surat ifadeni.
Hep aynı cümle çıkardı ağzından "sen çok güzel bir kadın olacaksın ve ben bunu kaçıracağım".. Anlam veremezdim, düşünmezdim, güler geçerdim. Sahi ben her şeye güler geçerdim. Varoluşsal sorunum, sırıtıklık..
Yanağını okşardım, yanakların avuçlarınım arasında "şimşek, ben seni çok özlüyorum yahu" derdim, direksiyonu bırakıp sıkardın ellerimi "kahretsin" çekerek. Anlamazdım.. İçim erirdi nedensiz.. Sen hep bilirdin, bense şimdi anlıyorum..

Göğsümde taşıdım yıllarca resmini.. Ben terlerdim, yüzün silinirdi, cüzdanından yeni bir resim çalardım. O zamanlar bilemezdim böyle bir gece ansızın silik siluetinle karşılacağımı.. Aniden saçma bir defter arasından çıkıp düşeceğini.. Bilemezdim aşk.. Aklımın ucundan geçmezdi, ben böyle "sen de kimsin" gecelerindeyken, senin bir artıkçının kollarında sabahları getireceğini..

Artık söyleyemesem de sana "ben seni çok sevdim".. ve sen hala bir fotoğraf lekesisindir terleyen göğsümde..

Pazartesi, Ocak 10

özlemle 3. yıl..

Göz gözü görmez geceler oluyor bazen..
Karanlık çok ta koymazdı, cam gibi parıldardı zeytin gözlerin.. Elimi uzattığım yerde olurdun hep, en fazla bir kol uzağımda..
Yazmayım dedim.. Bu gece sessizliğine eşlik etmek istedim. Kahrolası bir kuş kondu pencereme, hem de bu soğuk havada.. Yok dedim, o nefret ederdi kuşlardan, kuş tüyüne bürünüp gelmez bana.. Hem inanmam öyle uyumuş kalmışların başka başka bedenlere bürünüp gelmesine. Yine de kovamadım bu şu lanet kuşu..
Varlığım, hastalığım, uykum, hayatım.. şahidim..
Pıtır pıtır ayak seslerin kulağımda.. Ne kadar özlesem.. o kadar az sana.
Güzel uyu.