Çarşamba, Kasım 11

çıldırdığım günden bir kesit..





O hafta sonumu şehirden kırk beş kilometre ileride, insanların kendini dağ tatiline gitmişçesine avuttukları bir tepede bulunan üçgen biçimli bir otelin, tavan arası süsü verilmiş lambiri kaplı odasında geçirdim. 

“Yazmasaydım çıldıracaktım” klişesine kapıldığım bir dönemdi. Yavaş yavaş çıldırıyordum ama yazamıyordum. Birkaç parça eşyamı, yün çoraplarımı, Bukowski’yi, marketten aldığım iki şişe kırmızı şarabı, günlüğümü ve diz üstü bilgisayarımı bavuluma koyup kendimi sisli yollara bıraktım. Ne var ki otel hafta sonu tatilcileri ile doluydu. Resepsiyonda uzun bir süre anahtarımı almak için beklediğim sırada gördüm onu. Başta bağırma masası sandığım, sonradan misafir ilişkileri olduğunu öğrendiğim, insanların sürekli önüne geçip bağırdıkları masanın hemen çaprazındaki koltukta oturmuş bira içiyordu. 1930’ların kolalı gömleklerine benzeyen beyaz bir gömlek giyinmişti, altında kahverengi bir pantolon, üstünde yine aynı renk pantolon askısı vardı. Yandan ayrılmış, briyantinli saçları biraz gevşemiş, alnına dökülmüştü. Kapalı alanda yasak olmasına rağmen sigara içiyor ve bundan hiç endişe duymuyordu. O curcunanın içinde, bulunduğu metrekareyi ayrı tutan garip bir sakinliği vardı. Bu dünyadan değil gibiydi. Ama onu tanıyor gibiydim.
Onu tekrar görmek istiyordum. Ama yaşadığım kalabalıktan kaçmak için buraya gelmiştim, tatilci güruhuyla zihnimi kirletmeye niyetim yoktu. Önümdeki iki günü odamdan çıkmadan geçirmeye kararlıydım.

Perdemi aralayıp, ilham meleğimi içeri davet ettim. Fazla vakit kaybetmeden bilgisayarımı açıp yazmak istiyordum. Düşündüm, odada voltalar attım, koltuğun kenarından dünyaya baktım, su kaynatıp kahve yaptım, mini bardaki şarabı içtim, biraz ağladım, biraz müzik dinledim, viskiyi de içtim, bilgisayardaki eski fotoğraflarımıza baktım, bir sayfa açtım yazmaya başladım… İçimde kalan her şeyi parmaklarımla o ekrana işlemem bittiğinde saatin gece yarısına yaklaştığını fark ettim. İçim biraz olsun rahatlamıştı, yemek yiyebilirdim. Oda servisini arayıp otel menülerinin en uğraşlı ve en hızlı tüketilen Club sandviçini sipariş ettim, yanına da iki bira söyledim. Koltuğa uzanıp elime klima kumandasını aldığımda duydum onu..
-      
           - Yazamıyorsun Ahu..

Koltuktan sıçrayıp başımı istemsizce yana çevirdiğimde yatağımın üzerinde otururken gördüm onu. Ağzımdan sadece çok korkmuşların tanıyabileceği bir ses çıktı.
-       
          -Ne işin var burada, kimsin sen?
-        -İlham meleğini tanımadın mı?

Soğukkanlı bir şekilde dalga geçiyordu benimle. Ayağa kalkıp mini bardaki rakıyı açtı ve kafasına dikerek yatağa geri döndü.
-      
           -Siz bu lanet anasonlu şeyi nasıl içebiliyorsunuz?
-        -Suyla karıştırarak..

Yüzüme hayatı boyunca hiç insan sevmemiş gibi baktı. Hiç sevmemiş, bir kızın elini tutmamış, saatlerce öpüşmemiş, sarı kafalı tombul yanaklı bir çocuğun başını okşamamış, bir köpeğin burnunu ısırmak istememiş, bir kadının kollarında başı dönmemiş gibi.
-        
          -Yazamıyorsun Ahu. Yazdığın edebi gübre yığınını yakmanı ve bundan böyle mürekkepten, kalemden, yanında taşıdığın şu televizyonlu daktilodan uzak durmanı öğütlerim.
-       - O bilgisayar.
-        -Ne?
-        -O bilgisayar, televizyonlu daktilo değil.
-        -Sevgili Ahu.. sana bunları tüm aklı başında ve medeni insanlar adına söylediğimi bilmeni isterim.
-        -Heyyy, bu olamaz sen Bandini’sin. Kahretsin!.. Arturo Bandini. İnanamıyorum.
-        -Büyük yazar Arturo Bandini.
-        -Hala gençsin!.
-        -Bu Tanrının bir mucizesi değil, yaşlandığımı beklemek ancak senin aptallığın olur.
-        -Ateist olduğu için Tanrıdan özür dileyen, tanrıya inanan ama ona sürekli küfreden bir adamdan beklemeyeceğim bir cümle aslında bu. Neyse.. baksana sahiden ne işin var burada? Yoksa çıldırdım mı sonunda?
      
      Yataktan kalkıp sandalyeyi hemen önüme çekti. Oturup biraz öne doğru kaydı.. Başını arkaya itip birkaç saniye tavana doğru baktıktan sonra gözlerini gözlerime dikti.
-        
           -Bilmiyorum. Sanırım lanet gibi bir şey. Hayatını Camilla gibi geçiren küçük orospuların dünyalarına dalıp çıkıyorum bazen.
-        -Ben Camilla gibi değilim. İyi bir işim var, ailem, çevrem, ilişkilerim.. İlişkilerim.. Yani tamam, herkese karşı bir melek olduğumu söyleyemem..
-        -Başka?
-        -Sevdiğine yardım etmek için bazı fırsatlardan faydalanmak.. Ya dur.. Sen bu değilsin. Sohbet edebiliriz, birbirimizi sevebiliriz. Colombia birahanesine gidip iki bira içebiliriz mesela, biraları ben ısmarlarım. Parasızlığın umurumda değil. Camilla’ya duyduğun aşktan nefret ediyorum ve bazen kıskanıyorum da ama istersen bu konuda dertleşebiliriz. Onu hala istiyorsan nasıl pislikler yapacağın hakkında tüyolar veririm sana, ama daha çok o yolluyu bırakman için şerefine kadehler kaldırabiliriz.
-        -Ne tüyosu? Dowson şiiri bile onu etkilemedi. Telgrafla yollamıştım, Arturo’dan Camilla’ya bir damla ölümsüzlük şiirimi. Hala hatırlarım telgrafı okuyuşunu, sonra omuz silkip onu parça parça edişini..
-        -Canı cehenneme Camilla’nın. Gel aşağı inelim, bara gidelim. İnsanlar Camilla’nın sana, yazmanın bana veremeyeceği şeylerle dolu. Üçer bira içip dans edelim. Yazamadığım gecelerde düştüğüm anlamsız sefilliğe içelim. İstersen sonra sevilmeyişlerimizi konuşarak sızarız…

Evet çıldırmaya o gün başlamıştım doktor. O gece Arturo Bandini ile sabaha kadar içip dans ettik. Ertesi sabah, tozlu gün ışığı ağarırken yazdığım her şeyi ve bilgisayarımdaki tüm fotoğrafları, dinlediğim şarkıları, mailleri, o güne kadar ne varsa hepsini sildim. Toplum dışı serserilerden uzak olmaya karar vermiş, ayyaş ve yazar olma fikrini bırakmıştım. Saatte 180 kilometre hızla eve geri dönerken arabanın camını açıp günlüğümü ters istikamete doğru attım.  Size göre depresif, bana göre dingin yeni hayatım işte tam olarak böyle başladı.


Pazartesi, Ekim 26

Zordur 1 Mayısta Aldatılmak..




-Bayan buradan geçemezsiniz
-Ama burası çıkmaz sokak, başka geçiş yerim yok.
-Görmüyor musun bayan, kapalı bu sokak, geçemezsin.
-E iyi de ne yapacağım, gitmem gerek.
-Dön evine geri.
-İşte ben de evime dönmek istiyorum, çekilirseniz geçeyim de evime döneyim.
-Bayan geldiğin yere geri dön. Hadi, bekleme yapma, hadi!
-Bakın ortadaki kırmızı binadan çıktım, cumbalı olandan. Orası evim değil ve size şu an açıklayamayacağım nedenlerden dolayı da geri dönemem. Buradan bir an önce gitmem gerek, sokağın diğer tarafı duvarla kapalı olduğuna göre başka çıkış yolum da yok. İzin verin geçeyim.
-Bayan seninle mi uğraşacağız burada.  Nerden geldiysen oraya geri dön. Hadi bekleme git.
-Ya dönemem anlasanıza, dönemem. O cumbalı ev sevgilimin evi. Eski sevgilimin yani.. yani artık eski sevgilim. Aşağılık herif beni bütün Cihangir’le aldatmış. Bir de üstüne yemediğim hakaret kalmadı. Anasına kadar küfredip çıktım o evden. Arkamdan hayvan gibi bağırıyordu. Ben şimdi o adamın evine dönemem. Buradan geçip gitmek zorundayım. İzin verin geçeyim. Lütfen..
-Bak bayan.. Sen bela mısın ulan bayan. Defol git diyorum. Bak vur emrimiz var. Yemin ederim vururum. Görmüyor musun ulan çıkmak istediğin sokağı, PKK’lılar molotof atıyor, ananı bellerler orda senin.
-PKK’lı değil onlar cepheli. Bir şey olmaz giderim, öğrenciyim hem ben, alışkınım. Sokakta, parkta, okulda, maçta hep yiyoruz gazımızı, sıkıntı yok. Geçeyim hadi..
-Öğrenciymiş, okula sizi vatan haini olun diye mi gönderiyor analarınız. Dön lan geri. Ulan bugün 1 Mayıs, günlerdir duyuruluyor kapanacak diye yollar, otursaydın evinde. Dön ulan.
-Aaa baksanıza o sokakta yerde yatan çocuk var. Yaralı galiba.. Ambulans çağırın. Bakın bacağını tutuyor.. Sokakta başka kimse yok, toma da hala o çocuğa su sıkıyor.. Ya niye çocuğa yardım etmiyorsunuz, ya sakat kalırsa. Bak çekiyorum fotoğrafını, o çocuğa bir şey olursa bu toma da siz de hesabını verirsiniz.
-Marjinal o. Yürü git.
-Ne marjinali abicim yapmayın. Sonra cahil deyince gururunuz kırılıyor. Bak bugün bu çocuk yerde yatıyor, yarın bu devletin istediği gibi olmazsa sizin çocuklarınız yatar yerde.
-Dön ulan dönnnnn!. Dööööön!
-Dönmüyorum ulan dönmüyorum. Çıkmaz sokağı kapayıp vatan mı savunuyorsunuz siz? Neyi engelliyorsunuz, işçiler yürüdü diye devlet mi devrilecek?.. Niye takıyorsunuz maskenizi şimdi, ne oldu...
-Bak 3e kadar sayıyorum.. dön git. Biiirrr… Kiiiiiii…… Git ulaaannnnnn… Üçççççç.. Fişeekkk!
-Yüzümmmm!.. Nefes alamıyorum.. Yüzüm yanıyor.. Yüzümmmm… Aaaaahhh!.. Aaahh!!! Gözlerim.. Nefes alamıyorumm… Yardım edin.. Allahın belaları bu sokağa hapsettiler beni.. Yeter artık atmayın.. Yeter boğuldum yeterrr.. Ben size ne yaptım… ne yaptık ulan biz size? Hayvan herifler!.. Taşım mı var, sopam mı var, silahım mı var. Yeterrrr!..
-Bayılmış bayılmış, dört kapsülden bir şey olmaz, yapın ters kelepçeyi, götürün gözaltı aracına. Çok istiyordu bu sokaktan çıkmayı. Dün geceyi bir serserinin koynunda geçirmiş, bu geceyi de Vatan’da geçirsin bakalım.. Götürün çabuk, götürün görmesin gözüm. Sigaram bitmiş, verin bana sigara, yakayım bir tane.. Ohh bee, ohhh!.


*******************************************

Not: Bu iktidara karşı ilk zaferimizdir gezi direnişi.. bu nedenle gezinin sembolu kırmızılı kadının resmi ile yazıyı taçlandırdım. umarım ikinci zaferimizi de 1 kasımda sandıkta vereceğiz.

Cumartesi, Eylül 6

şişkoyum ulan..



Nasıl oldu hatırlamıyorum.. Uzun uzun yemiş olmalıyım.

Standart bir haftasonu günümdü.. Öğleden sonra dörde kadar uyumuşum.. uyanıp kendime patatesli omlet yapmışım.. Ekmeği bölmüşüm ortasından yemişim.. kucağımda tepsiyle uyuyakalmışım.. Akşam kızlarla buluşma var diye saatimi kurmuşum. Huyumdur, her an uyuyacağımı bildiğimden saatim illaki kuruludur.
Kendime gelme banyomu yapmışım.. Bir kola açmışım, bu boş gitmez diye hızlı atıştırmalık olarak kendime yarım ekmek kaşarlı, sucuklu tost yapmışım.. yerken bir yandan dolabı boşaltıp kıyafet arıyorum.. Olmayan kotlar.. En rahatı fırfırlı bir elbise.. Bunu bir paket brownie ile kutluyorum, kesmiyor yarım paket te fıstıklı bitter çikolata yiyorum. Kızlar arıyor, ağzım dolu konuşamıyorum.. Dolmuşa biniyorum, çantamda acil durum fındıkları.. Fındıklı fındıklı gidiyorum buluşma yerine.. Bira söylüyoruz, biranın en iyi arkadaşları tuzlu fıstık ve patates kızartması da yanında tabi.. Bu kadar bira boşa içilmez, ıslak hamburgerle arkası kapanmalı.. Ve sonunda bir altın vuruş yapmak gerekir, kaşarlı dürüm döner..
Sabaha karşı en iyi arkadaşımla evine gitmişim, sabah en iyi sofrada kahvaltı yapmazsak olmaz.. Peynir tabağı, menemen, patates kızartması.. Kahvelerimizi içerken birer dilim çikolatalı pasta.. Üstüne biraz daha bira..
Eve dönerken kendime yeni kot almaya karar vermişim.. Dolaştığımız beşinci mağazadaki tipsiz kız, hanımfendi bence büyük beden mağazasına bakmalısınız diyor.. Elektrikler kesiliyor.
Eve gelip ağlaya ağlaya iki şişe şarap içiyorum, cipslerim ve fıstıklarım eşlik ediyor bana.. Sızmadan önce yemek sepeti en iyi arkadaşım, goralı ile uyuyorum..

Son yedi senemin özetidir bu.. Her seferinde bir büyük beden mağazası tavsiyesinde gaza gelip 20 kilo veriyorum, sonra 30 kilo geri alıyorum.

Ne diyetler denedim, hepsinde de başarılı oldum. Ama sonuç hep aynı.. Kalıcılık deniz seviyesinde..
Psikiyatriste gittim, bende bir sorun var, nolur bana ilacı dayayın ben artık yemeyim dedim. Yalvardım yalvardım anlamadı, bana sinirlerimi yatıştırmak için iki ilaç verip gönderdi. İlaçları aldıkça daha çok yiyesim geliyor, mutluyum yiyorum. Gittim, bak iki ay oldu ben vermiyor alıyorum diye ağlaştım.. İlaç yan etkisi dedi. Doktor dedim, bileklerimi mi keseyim istiyorsun.. Bıraktım. Abandım proteine.. Üç gün kilo veriyorum, dördüncü gün midem bulanıyor, beşinci gün dondurmalar, burger kingler...

Ben iflah olmuyorum...

Bütün diyetlerim ve olmayan kıyafetlerim boyunca beni zayıflamam için iten ama arkasından birer bira ve patates kızartması sipariş eden kankam Gizem'in tavsiyesiyle beynimi yıkatmaya gittim.
Beyin yıkatmak demek çok hatalı oldu, ama halk seviyesine düşmeye çalışıyorum sevgili blog. Regresyon diye bir şey bu. Bilinçaltı çalışması.. Geçmiş hayatlarından gelen ya da bir şekilde atalarının hayatlarından gelip senin dna'na kodlanmış ya da bir şekilde çaresiz bir tipin gelip böğrüne yerleşmiş enerjisinden temizleniyorsun.

Bu bir regresyon öyküsüdür sevgili blog..

1. seans: 2,5 saatin özeti..

Regresyon terapisini neden almak istiyorsun o durumla ilgili olumsuzluk yaşadığın ilk ana gidiyorsun. Benim o ilk anım 4 lahmacun yiyip yediğim yerde uyuyup kaldığım andı. Lanet olası Fırat Lahmacun çok güzel yapıyor bu lahmacunları, insan olan 4 tane yemez başka türlü.

Orada hissettiğim pişmanlık duygusu.. Pişmanlık duygusunu yaşadığım ilk ana gidiyorum. Hastane odasında dedemleyiz, son görüşmemiz. Ame ben son görüşmemiz olduğunu bilmiyorum. Dedem ameliyata girecek diye annem beni zorla hastaneye götürüyor. Oysa benim olmak istediğim yer Dolphin Disco'daki Blue Jean'in jeaner buluşması.. Odadan çıkarken dedem bana sarılıyor, ben ona sarılmıyorum, hatta uzak duruyorum.. Bana üzgün üzgün bakıyor, öyle olmasını istemiyorum, gözlerim doluyor ama ergenim ve uyuz olmalıyım.. Bu dedemi son görüşüm oluyor. Meğersem ömrüm boyunca pişmanlıktan ölmüşüm. Tonton dedemi hissedebilmek için belki de, onun gibi ayarsız yemişim. "Atın ölümü arpadan olsun" en büyük mottosu dedem çok yemekten dolayı erkenden aramızdan ayrıldı...

Ben hönküre hönküre ağlarken terapistim Gülay beni çoook eski hayatıma götürüyor. Bir zaman tünelinden geçiyorum ve çoook eski benle karşılaşıyorum. 13 yaşında sarışın, dünya güzeli bir sokak çocuğuyum. Ve erkeğim. Terapi esnasında ileri zamana ve geriye dönerek öğreniyoruz ki annem beni doğururken ölmüş.. Babam beni o gün terketmiş.. Yarı akıllı komşumuz bana bakmış. Ama haydutlar kadının evini basıp onu öldürünce ben de sokak çocuğu olarak hayatıma devam etmişim. Köyün pazar yerinde yaşıyormuşum. Pazarda satılmayan, çürüyen meyvelerle beslenerek yaşamışım yıllarca. Ağzıma meyve sürmeyişimin nedeni.. Sonra şişman bir kadınla evleniyorum.. Bahçıvanlık yapmaya başlıyorum. Küçücük bir kulübede iki oğlum ve karımla yaşıyorum. Onlara bakmak, doyurmak beni hep zora sokuyor. Haydutlar gelip karımı öldürürken çocuklarımı alıp saklanıyorum, ölmesi beni üzüyor ama bir kişi eksildi diye rahatlıyorum. Hayır bir de yakışıklıyım ne işim var şişkoyla diye düşünüyorum regresyon boyunca. Ben gerçekte kendini bilmezin tekiyken regresyondaki ben ise cibiliyetsizin teki yani sevgili blog. Büyük oğlum nehirde ölüyor, yine kurtarmaya çalışmıyorum. Küçük oğlum beni sen de adam mısın be diyerek terkediyor, gitme demiyorum. 70 yaşımda herkesten uzak kulübemin verandasında ölüyorum. 15 gün sonra tarla işçileri çürümüş cesedimi buluyor..

Bunun zayıflamakla ne alakası var deme sevgili blog. Terapi esnasında bir çok sorunun kaynağını bulup çözüyoruz. Tarif edilmez bir ruhsal doygunluğa ulaşıyorum. Artık istesem de acıkmadan yiyemiyorum.

2. seansımızda enerji durumum üzerine çalıştık. Bu da bir sonraki yazının konusu olsun. Şu an halkın gay bir kızılderili olduğum gerçeğine hazır olduğunu hissetmiyorum zira. Ama sonuçta beş dakika boş vaktim olsa uyuyan ben, artık dövsen uyuyamıyorum gün içinde.

Gelinlik giyeceğim sevgili blog.. Ölürsem, televizyonda düğünde göbek atarken terlemiş şişko gelin videolarımın haber olarak dönmesini istemiyorum sevgili blog. Çocuklarım gelinlikli fotograflarıma bakıp "anneee aynı bir silindir kaşar gibisin" demesinler sevgili blog. İncelmiş bacağımı sıyırıp kocam olacak herifin poposuna tekme atar mizansenleri yaparak pozlar vermek istiyorum beni anlıyor musun :(



Pazar, Temmuz 13

çatlaklı aşk..





Biri demişti, köpeğinizle yürümek meditasyonun en güzelidir diye.. Ya da kimse demedi, bu benim düşüncem.. Meditasyonun en güzelini yapmış, sarışın kız köpeğimle evimize dönmüştük. Kapıyı açtığımda Juliet hemen önden içeri girip su tasına doğru koşardı. Bu sefer de koşmaya yeltendi ama bir adım attıktan sonra geri çekilip olduğu yerde sanki sert bir "otur" komutu almış gibi dona kaldı.

Koridorun başında beni bekliyordu. Neredeyse bir yıldır görmemiştim onu. Güneşli, güzel bir akşam üstü yine bütün gudubetliğiyle hiç aklımda yokken çıkmıştı karşıma. Yüzüme bakmıyordu, bel altından vuracaktı belli. Anahtarı kapının üstüne takarken her zamanki o derin, kasvetli, uyuz ses tonuyla "o yüzük te ne öyle nişanlandın mı" dedi. Cevap vermeyip salona girdim, kapıyı yüzüne kapadım, koltuğa oturdum. İki saniye geçmeden yanıma köşe yastığı gibi yayılmıştı.  "O tombul parmaklarına hiç yakışmamıış, tırnaklarını da yemişsin, sana derhal takma tırnak takmalıyız, ancak o zaman yemeyi bırakırsın biliyorsun.. bu arada genel olarak yemeyi bırakırsan iyi olur, kaç kilo aldın sen böyle" dedi.

Gıcık iç sesim geri döndü. Uzun zamandır aklıma gelmeyen, geldi yanıma kuruldu.

"Aktivistliklerin, saçma sapan evimin kadını olayım hayallerin, yardımcı melekliğin falan bizi çok geride bıraktı. bu sürede dünyayı kurtaramadığına göre artık kendine gelmişsindir diye düşündüm, kaldığımız yerden devam etmek için ne mükemmel bir zamanlama değil mi"

Ne için geride kaldık, neye devam edeceğiz, iç sesim ve ben ne yapıyoruz en ufak fikrim yok. Ara sıra kafamı duvara çarpa çarpa beni döven, tırnaklarını boğazıma geçiren, geceliklerimi çalan, sevdiğim adamı bağıra çağıra kovalayan iç sesim hayatımı parça parça etmek için geri döndü. Bu sıcakta yüzüne yaptığı bir kova makyaj savaş boyalarını anımsatıyordu. Kulaklarımda yavaş yavaş savaş borusu çalmaya başladı.

"Şimdi şekerim bu saçlarının uçlarını biraz kestirmelisin ve beyazların çıkmış.. bu doğala dönüş modun gerçekten çok zavallı işi.. neyse önce lezzet hatun bize birer kahve yapsın, sonra birlikte güzel bir film izleyelim..yoksa bu olgun durma suskunluğun asabımı bozacak.. asabım bozulunca çirkinleşirim, kendinden biliyorsun.. sahi bu çocuk sana bu kadar uzun süre nasıl katlandı, hap falan mı kullanıyor.."


********************************************


İsmini söylediğimde güneşin yükseldiği bir deniz geliyor gözlerimin önüne.. Bana sarılmaya her zaman hazır olan iki kol.. elimi asla bırakmayacak yol arkadaşım..
Bazen hırsımla ve sinirimle hırpaladığım iki su damlası, benim lacivert gözlüm.. Başımı omzuna yasladığımda dayanamayıp hemen sarılıp öpen güzel kalplim..
Yüzük parmağıma yakışmayacak diye huysuzluk yapıp onu uyutmadığım hatta bu yüzden ona kızdığım gecelerde bile şımarıklığıma aldırmayıp "güzel parmaklım" diye beni seven saf yanım.
Çatlak iç sesimle mücadele edip, içimin kadınlarının hepsiyle baş edebilen sevgilim... sevdiğim.
Uyuduğun gecelerce hep seni yazacağım.


********************************************

Çatlak iç sesim yalnız dönmemiş, kölelerini de getirmiş.. Lezzet hatun hemen mutfaktaki yerini aldı. Feylesof  ve Emekçi hatunlarla Gezi Direnişi bıyunca hep birlikteydik aslında ama bu sefer temelli gelmiş gibiler. Dervişe hatun meditasyona başlamış, bana anlatacağı çok şey varmış. Hijyen hatun Juliet'i küvete sokmuş yıkıyor.. Kalabalık günler, yazın tanatanasıyla geri döndü..

Yeniden merhaba sevgili blog :)