Pazar, Ocak 31

ne desem..

Yazmak lazım...
Otuzbeş dakika boyunca kanallar arasında gezindim durdum, cumartesi gecesine yakıştıramadım bu yoksunluğu, izleyecek birşey yoktu.
Sanal platformlara baktım. Facebooktan baymışım zaten, twitterda kendi kendime konuşup durdum, kimseyi okumaya tahammül edemeden..
Üç sigara yaktım üst üste, iki bardak kahve içtim zehir zıkkım gibi. İstediğim tadı yakalayamadım.
Müzik açtım. Rock, new age, tasavvuf, türkü bile dinledim.. Ruhuma yetmedi nedense..
Yazmak lazım o halde.. Neyi anlatsam?
Geçen gün kar yağdığında parkta mahsur kalmıştım, bir saat içinde on sayfalık detay yakaladım, komiklik ve trajedi içinde.. Ama soğuk hava hadiselerinden bahsetmekten çok sıkıldım artık.
Kombiciyle nasıl kavga ettiğimi mi anlatsam? Yok yahu can sıkıcı şeylerden bahsetmek istemiyorum...
Hatunlarımdan da bahsedemeyeceğim, zira ben alkole veda ettiğimden beri haftasonlarını çılgın partilerde geçiriyorlar. Yanımda bir tek dervişe hatun var, o da yün eğiriyor.
Geçen ay bir pazar günü yıldız parkına gidip bir bankta oturup, kulağımdaki ipodda dinlediğim şarkıları bağıra çağıra söylemiştim.. Bunu anlatsam şimdi, herkes zaten biliyorduk kafadan çatlaksın sen diye yaftalar beni..
Dervişe Hatun bu noktada devreye girdi, "herkesin vardır diyeceği, yazı sonsuz bir döngüdür ahukızım.. dünkü kelamlarını işleyebilirsin bugün yeniden, aynı fikri bir başka zikredeceksindir, biz de seni yine aynı huşu ile dinleyeceğiz.." dedi ve yününü tekrar aldı eline.
Dünkü kelimelerim neydi diye düşündüm, karar verdim; benim hafıza temelim zayıf. Annemin bana "tekne kazıntısısın sen" demesindeki şaibe birden aydınlandı kafamda. Varlarını yoklarını iki ablama vermişler demek. Kanım bile sıfır grubu. Sevgili ebeveynlerim bana ayırmaları gereken bazı proteinleri, çok bel ve ümit bağladıkları ablalarım için hunharca harcamışlar meğersem. Sonra da bütün suç bendeymiş gibi "hiç et yemiyorsun, ot yiye yiye inek zekalı olacaksın, yoğurt yeme bu kadar böbreklerin çalışmıyor sonra böğürüyorsun, balık yeseydin gözlerin bu kadar kör olmazdı" diye suçu bana atıyorlar. Kafamda flaşbekler çakıp duruyor, bazı görüntüler var, kaldıramayacağımı yorumlamayım diyorum.. Temelimden çalınmış, bundandır her sallantıda dokuz nokta ( bu da depremden sonra halkımızın diline yerleşmiş eksik bir tabirdir dokuz nokta.. eee devamı nerde) şiddetinde yıkılmam..



Sanırım dokuz yaşındaydım. Evin büyük kızı göz doktoruna götürülmüş gözlerinin bozuk olduğuna kanaat getirilmiş, kendisini zeki, inek bir tipmiş gibi gösteren gözlükle çerçevelenmişti. Geceleri uyumadan önce, yanıma gelip tırsak beni uyutma iyiliği vardı bu büyük kızın. Koyunlardan bahsederdi hep, kendisi de saçı itibariyle bir merinosu andırıyordu ve koyun yumuşaklığında tertemiz bir kalbi vardı. Sordum ona "bu gözlükleri takınca ne oldu, takmadan önce ne oluyordu" diye.. Bulanık görüyormuş heryeri, bulanıklık nedir bilmezdim, hani sis gelmiş gibi, hareketli çıkmış fotograflar gibi diye açıklamalar yaptı. Ertesi gün yalan rüzgarını seyreden anneme "ben bu Cil'İn yüzünü bulanık görüyorum, Eşli'nin gözleri renkliymiş ama bana boş küçük çukur gibi gözüküyor ve şu an okuduğu kitabın adını ben okuyamıyorum" dedim. Annem beni ciddiye alarak yanıtladı, ciddiye almıştı, sonuçta gözünü ekrandan çekip bana çevirmişti.. Gözlüğün özenilecek birşey olmadığını, ablamın göz bozukluğunun bir hastalık olduğunu, benim sağlıklı gözlere sahip olduğum için şanslı olduğumu sakin sakin anlattı.. "ama anne ben görmüyorum" diye karşı çıktığımda, "lüzumsuz kıskançlıklar yapma şurda ağız tadıyla bir şey seyrettirmiyorsun hödük, defol git içeri ödevlerini yap" diye beni başından savuşturdu. Annemin böyle dengesiz, gel gitli zamanları vardı.. Zor annelikti onunkisi, benim gibi tırsak, utangaç, annesinin bacaklarına yapışık küçük bir kızı, hayalperest, asi, nalet bir ortanca kızı, duygusal, kırılgan, insan canlısı büyük bir kızı vardı. Ve üçümüzün de ortak özelliği aklımıza eseni korkmadan yapmak, suçlarımızı kolayca örtmek, hayatı bir anda tepetaklak etmekti. Herkesin çocuğu vardı, annemin üç tane dizginlenemez birşeyleri vardı.
Hayat yine bana çalışıyordu.. Ertesi gün okulda göz taraması yapıldı ve benim gözlerim bozuk çıktı. Elimde doktorun verdiği tırı vırı kağıtla eve gittim. Zafer bendeydi, alt dudağımı büzmüş, yanlış yargılanmış ama infazı verene karşı vicdanlı, gurulu bir ifadeyle saman kağıdı anneme verip sessizce odama çekildim. Ben çok saftiriktim küçükken. Bu oyunu fazla sürdüremedim. Annem ışıkları kapatmış televizyon ışığında sessiz sessiz ağlıyordu salonda. Dayanamadım tabiki de, yapışık olduğum bacaklarına sarılıp ben de ağladım onunla, üzülme sen benim gözlerim iyi aslında diye. Annemin yüzünde bir ben vardı, saftirik ben "o ben miyim yani" diye gülüp eğlenip anneciğimin ben'ini öperdim. O gece de ben'i öptüm ve ertesi sabah erkenden doktora gitmek için yatma pozisyonumuza geçtik annemle.
Doktor mercekler takıtıyor, harfleri okutuyor, "e" diyorum, annem "iyi bak kızım dikkatli oku" diyor.. Doktor kişi bana 3 numaralık bir reçete yazınca annem elimden tutup beni hızla dışarı çıkardı. Yolda ağlıyordu, doktorun işi bitmişti, annem onu defterden silmişti "İstanbul'a gideceğiz yarın, Çapa'ya gideceğiz, profösör bakacak senin gözlerine" dedi. Herşeye kolay itaat etmem, her haltı sorgularım tamam demeden önce, yutkundum ve hemen itaat ettim, hiç sormadım "artık bu hastaneye güvenmeyecek miyiz, bu doktorun diploması yok mu, bu ilçedeki tıbbi bilgi yetersiz mi" diye..
Hayatımda hiç bu kadar hastayı ve doktoru bir arada görmemiştim. Yanımızda annemin bir önceki gün ayarladığı torpil kişi vardı. Hiç sıra beklemeden çat diye daldık doktorun odasına. Hayatımda ilk kez profösör görmüştüm, o da etten kemikten az yaşlı bir adamdı ve gözlük kullanıyordu. Gözüme bir damla damlatıp beni karanlık bir odaya götürdüler. Karanlık odada bir sürü insan vardı, kendi aralarında konuşuyorlardı, kimisi gece 3'teb beri bekliyordu kimisi sabah 5'te girmişti o odaya.. Torpil kişi gelip yarım saat sonra çıkardı bizi o odadan. Bir sürü makinaya girdim, merceklerle denendim. Sonuç annemin tansiyonunu 21' e çıkarmıştı. 3,5 derece miyop, 3 derece hipermetrop, 2,5 derece astigmattım.. Yakını göremez, uzağı göremez, bulanıklık hat safhada nerdeyse gözüne perde inmiş bir küçük yavrucaktım.
Gözlerimin bozulmasına karşı iki riyavet oluşmuştu o gece evde. Annem babama " babana çekmiş işte, onun da kase dibi gibi gözlükleri var" diyordu, babam da "çok kitap okuyor bu kız ondandır" diyordu. Ertesi gün pembe kemik, köşelerinde kalp olan gözlüklerimi aldıktan sonra yandaki kırtasiyeden cukkalı bir de kitap almıştı annem bana. Bilirdi en çok kitapla mutlu edileceğimi.. Yeni kalın bir kitabım vardı ve daha uzun süre okuyabiliyordum, sevmiştim gözlüklü günleri.. Bir de büyük ablamın 1,5 numara sadece miyop olan gözlerine fena halde bindirdiğim için evin körler kadrosundaki yerim daha yüksek mertebe kazanmıştı.
Canım annecağzım ara sıra aklına gelince söylenir hala kendisine, "bu kızın hakkını yedim, ablasını kıskandı sandım" diye..

Salı, Ocak 26

cappuccino ve hatunlar...


Bir kuytuya çekilip soğuğa karşı bağışıklık toplamış olmalı ki, eskisi kadar güçlü geri döndü içimdeki çatlak ses. Kim bilir belki de böyle yalnız kaldığım zamanlarda, ortalığı boş bulunca borusunu öttürmeyi tercih ediyor. Ayaklarımı uzatmış yatıyordum, altımı garantileyen elektrikli battaniyemle yekpare olmuş şekilde.. Izgaradan kazır gibi kaldırdı beni; "hırka geçirilmiş, polara sarılmış, elinde kumanda, ağzının kenarında tatlı kalıntıları, şişko şişko yatıp dizi izleniyor.. ev sürtüklerine benzeme gayretini hayretle takip ediyorum ama daha fazla seyirci kalamayacağım.. aylar oldu iki satır okumadın, çeki düzen ver kendine sinirlendirme beni.." diye tırmalamaya başlayınca beni, sigaramı yakıp kulaklıklarımı takmak zorunda kaldım.

Hayatıma temiz bir sayfa daha açma vakti geldi diye düşündüm. Baktım etrafa, her yer toz toz olmuş. Hemen son zamanlarda müdavimi olduğum web sitesini açıp birkaç konsantre temizlik ürünü siparişi verdim. Ayrıca eve yapışıp kalan, kombi arızasından muzdarip havalandırımamış oda kokusunu hızla örtecek mis kokular ekledim listeye. İçime hoş geldin Hijyen Hatun, inan bir sen eksiktin. Kendisine sık sık sığındığım ve pişmeyi sabırla öğrendiğim Dervişe Hatun'un yanına mutfak, yemek işlerinde yardımcı olması için Lezzet Hatun'u yerleştirmiştim. Küskünlüğünü valizleyip içimi terkeden Feylesof Hatun'un ranzasına hızla yerleşen Hijyen Hatun döşeğinin üstünü tığ işi kemik rengi bir örtüyle kapattı.İç sesimle en iyi anlaşan Kurumsal Hatun akşamları yorgunluğuyla köşesine çekilince Hijyen ve Lezzet kankigiller ipleri eline alıyor. Yalnızsam ve çok seslilikten kaçıp kelimelere gömülmüşsem çatlayan iç sesim bunların hepsini saçlarından sürüyerek poker masasına oturtuyor. Onlar az ötemde kapışadursunlar, ben üşüyor ve içtiğim şu şeyin bana hatırlattıklarıyla duygusallaşıyorum.


Annem getirmişti kapiçinoyu. Annemin bana kapiçino getirmesine bir anlam verememiştim, genelde tarhana, kahvaltılık sos ya da domates püresi getiren anneceğizim bu sefer elindeki poşetten kapiçino çıkarmıştı. Bu kadar da üzerinde durmadan, mutfak dolabımın çaylar ve kahveler rafına yerleştirmiştim kendisini ve birkaç ay kadar orada kutusuna elim bile çarpmadan bekledi. Bir hikayesinin olacağını bilmiyorduk.. Şimdi içecek sıcak ve değişik birşeyler ararken rastladım yine kendisine ve hemen kocaman bir bardaktan içmeye başladım, ilk içişim..

Bir iki saat oturup kahve içer kalkarım, zaten konumuz yok, muhtemelen sıkılıp bir daha görüşmemek üzere kibarca " keyifli bir geceydi, tekrar görüşelim" yalanıyla ayrılırız diye düşünmüştüm giderken. Soğuktan titriyorduk, sabaha yaklaşmıştık. Beni eve kadar getirme nezaketinde bulunmasına çok şaşırmıştım. Gel istersen sıcak birşeyler içelim öyle git evine dedim, sahlep mi varki evinde dedi. O saate kadar ömrüm boyunca tüketmediğim çay ve kahveyi tüketmiştim ve evimde sahlep yoktu tabikide.. Aklıma kahvegillerden kapiçino geldi, aylar önce annemin gereksiz bir şekilde evime soktuğu ve kapağı açılmadan bekleyen şu güzel kokulu toz.
O kurşini sessizlik geldiğinde elinde bardak vardı ve artık titreyen bendim.. Öyle yalandan görüşme dilekleriyle değil, önümüzdeki üç günün planı yapılmış olarak ayrıldık. Uykusuz geçecek günlerin, öldüresiye kavgaların, kıskançlıkların, durduk yere gülmelerin ve en güzel uykuların dile gelmeyen sözleşmesini yaparak...

Geçenlerde "sıcak birşeyler içsek, ne olabilir.. ımmm..." diyordu, kapiçino yapayım sana dedim, "yok ya güzel değil o, sevmedimdi ben onu" dedi dürüstçe. Kutuyu bugün ikinci kez açtım, artık bayatlamış, ama düşündükçe ilk açılışını, iki bardak içmemek elimde değildi.

Hatunların kafası karışmış gözüküyor. Bu fırsattan istifade edip, onlar oyun masasından kalkıp bana bulaşmadan önce, sessizce yatağıma uzanmak istiyorum..

Cuma, Ocak 22

parşömen tercihler...


Kaygandı zemin ve koşar adım ilerliyorduk, geç kalmıştık. Soğuktu hava. Sarınmışız kalın kalın, hızlı olunca terliyorduk, sarınmasak üşüyorduk. Ayrımları, ucu bucağı görülmeyen bir yola girmiştik beraber. Kaydığımızda, düşmemek için birbirimize tutunuyorduk, oysaki ikimiz de eğreti duruyorduk ayakta. Bir yere ulaşmayı hedeflemekten çok, dengeli düşüşler yaşamaya çalışan iki küçük kız gibi gözüküyorduk. Etraftan insanlar geçiyordu, burnumuzun dibine kadar gelip sonra aniden uzaklaşıyorlardı. Birbirimize kapaklanmıştık, en çok birbirimize güveniyor, en çok birbirimizi beğeniyor, en çok birbirimizle kavga ediyorduk. İçimizden, tepemizden, dışımızdan.. nerden bakarsak bakalım çok saçma duruyorduk. Hiza almak istercesine bir kol boyu itti beni, iki kolunu da açıp, kendi dengesini bulmak istecesine bana tutunmadan yürümeye başladı. Kaydı düşecek gibi oldu, herşey çok hızlı oldu, bana döndü, elini uzattı, arkamı dönüp koşmaya başladım. Akibetini bilmiyorum, belki düşmüştür burnu kanamıştır, belki bir iki sarsılıp kendine gelmiştir. Bilmiyorum, hiç düşünmedim acaba sonra ne oldu diye, aklıma hiçbir senaryo gelmedi. Geçmişi, geleceğe dair umutlarımızı, birlikte çıktığımız yolu, bana verdiklerini, ondan aldıklarımı hiç düşünmedim. Dönüp gittim, bu kadar basit. Ne unutmaya çalıştım, ne aklıma getirmeye. Bir anda oldu herşey, sonra başka şeyler başladı. Ne yalnızlığımı düşündüm, ne nereye gideceğimi.. Ani hareketler ve anlık değişimlerle devam ediyorum, kendi yoluma..


Daralan çemberleri sevmiyorum. Ay tutulmalarını, açıklama yapmaya çalışmaları, en yakınındakilerin güvensel sorgulamalarını, hata hesaplarını, ertesi güne baş ağrısı verecek mutluluk hareketlerini sevmiyorum. En azından artık sevmediğime karar verdim. Birlikte hareket etme güdüsü, sırt sırta yaşam dürtüsü benim harcım değildi. Herkese iki adım mesafede durup, onların sorun ve sorumluluklarının benimkilerle harmanlanmasına engel olmaktı benim tarzım.

Bazen böyle olurmuş. Zayıf duygular güçlü duygulara tercih edilirmiş. Güçlü olan herşey sıkıcı gelirmiş bazen. Ölü, katı ve kesin olur güçlüler. Zayıflıkta esneklik ve değişkenlik varmış oysaki.. İstediğin kılıfa uyarlayabileceğin, istedin ruh haline sokabileceğin şeylermiş zayıf olanlar. Bazen böyle olurmuş, bazen zayıflık tercih edilebilirmiş güçlü olana. Zayıf olan herşey, saydamlaşır bir sürü renk geçirirmiş içine, bir sürü renk verirmiş dışına.. Güçlü olan ise kaskatı, eğrilmez bükülmez, ışımaz ve dayanılmaz birşey olurmuş. Zayıf olanı seçtim, zayıf olanı sevdim.. Güçlü sesleriniz kulağıma kadar ilişemiyor, horultuları algılayamıyorum artık.

Etrafta çok kişi yok artık. Yalnız da sayılmam. Orada ayrıldığımdan beri huzurluyum. Gerçeklerin kalıcı olduğu, kısır bir dünyada yer edinmektense, ben çıktım yoldan gidiyorum..

döpiyes..


Arayı epey uzatmışım. Uyku sorunu yaşıyorum son günlerde. Hayatı şımararak ve bol bol tökezleyerek hızla sindiriyorum. Sabit bir konum yok, her an herşey olabiliyor. Gün içinde otuzbeş ruh haline soyunup kırk tanesini giyiniyorum. Biraz gerginim, biraz huysuz ama yine de huzurlu...

Evdeki işlevsiz televizyonumun yanına ona arkadaşlık etsin diye bir kutu aldık. Kutuda bir sürü kanal var, benim gibi tekdüze ve sınırlı televizyon izleyicisine hırs oldu bu kutu. Akşam eve gelince hemen seromoniyle televizyonu açıp kendisine sıfır olan koltuğumuza kurulup kendimizi enteresan kanallara adıyoruz sevgili sevgilimle. Evin yeni üyesi, kumandalı kutuya madem her ay bu parayı ödeyeceğiz, sonuna kadar sömürmeliyiz. Olağan kanalları bir saatten fazla seyredince içimiz acıyor. İşçisini hırsla çalıştıran patronlar gibiyiz ikimiz de. Yemek yerken, tuvaletteyken, su içerken, uyurken, müzik dinlerken, sohbet ederken.. kanallar onla ilgilensek te ilgilenmesek te bizim keyfimize hizmet etmekle yükümlü.

Hayatıma temiz bir sayfa açmaya karar verdim. Blakberide hop zıp diye anlamsız bir grubum var. Grubun üyeleri de hayatıma en yakın insanlar. Bu insanlar topluluğu sabah öğle akşam sürekli allengirli yemekler hazırlayıp tabak dolusu fotoğraflar çekip grupta yayınlıyorlar. İtiraf ediyorum, özendim onlara. İşte bu noktada yeni bir sayfa açtım hayatıma. Sayfayı açtım da içini henüz dolduramadım. Neyse ilk adım olarak migrosa gidip alışveriş yaptım. Deneysel mutafağımda bana ait soslarla tatlandırılmış, antik çağ yemeklerini modernize etmeye karar vermiştim. İlk eserimin adını "savaşta şehvet" koydum. Uzun kesilmiş kırmızı biberler tırnak izlerini, tarçınlanmış tavuk dilimleri göğüs göğüse savaşanları, soya filizleri yeni hayatın doğuşunu, tatlı ekşi sosum da aşkın tadını temsil ediyordu. Denek olarak sevgili sevgilim farkında olmadan eşlik bana. İlk tabağı ekmeğini bandıra bandıra yedikten sonra "biraz daha koy ama susuz olsun bir de şu uzun yeşil solucana benzeyen şeylerden koyma" diyerek savaş ve şehvet gibi iki güçlü duyguyu silip süpürdü. Ertesi gün sodayla şişirilmiş patatesli, bezelyeli, soya kıymalı börek yaptım, tavada ısıtıp yedi. Sonraki gün yaptığım şehriyeli pilav ve fırında patatesli tavuk onu daha çok memnun eti. Sanırım erkeğin midesine giden yolu fazla kurcalamamak gerek. Netekim tatlıma karşı son yorumu "yaptığın herşeyin üstüne böğürtlen dikmek zorunda mısın acaba" oldu. İçindeki kocaman çikolata parçalarını ve üç renkli katmanını hiçe saydı. Oysaki ben o tatlıya bayılmıştım, vurulmuştum, bitmiştim. Oysa kendime döpiyes alma cürretine girmek üzereydim. Üstelik ablama benim için bir önlük almasını salık vermiştim (salık verme lafını kullanmayı hep istemişimdir, uysa da uymasa da kullandım, rahatladım). Böyle azımsanmak insan haklarına ayrıkırı olmalı, isyan ediyorum, vicdanen reddediyorum.

Birkaç gündür kombi bozuk. Ara vermemin bir nedeni de budur. Uzun incelemeler ve denemeler sonunda yarın tankı değiştirmeye karar verdiler. Yirmi dakikada bir sönen kombinin şalterini indirip beş dakika sonra kaldırma görevinde nöbet paylaşımına gittik. İkimiz de sıramızdan ödün vermiyoruz. Geceleri elektrikli battaniye tarafından ısıtılmış yatağa girip, sabah ızgaraya yapışmış gibi etlerimizi battaniyeden sökerek uyanıyoruz. Bence ısındıktan sonra kapatmalıyız, kavrulmaya ve negatif iyonlarla dolmaya gerek yok diye isyan bayrağını çektiğimde, abuk sabuk rüyalarımdan birini görüyormuşum da sayıklıyormuşum muamelesi gördüğümden susup pişmeye karar verdim.

İnsanın soğuktan kanı donuyor, elleri karıncalanıyor. Isınmış yatağıma doğru yönelmemin vaktinin geldiğine delalettir bu. Sırtın, popon sıcakta, yüzün mimiksiz soğukta uyku moduma geçmeliyim.
Sevgili Arzu, özet geçme ısrarına karşılıktır bu yazım.. İlham denilen şekilsiz şey kış uykusunda ve iç sesim sıcak diyarlara tatile gitti. Kısa zamanda dipçik gibi dönmeyi planlıyorum. Görüşürüz kuzucum..

Pazar, Ocak 10

turuncu an'lar..



Uyandığımda hava karanlıktı. Gün yüzünü görmediğim günlerde dengemi yitiririm. Birkaç saatliğine de olsa aydınlığın enerjisini almalıyım. Bugün kaçırdık, karanlığı yakacağız o halde, başka yolu yok.

Gerçeği didikle diyor çatlak iç sesim, karanlık çöktü mü ortaya çıkan ikinci yarım. Bugün onun günü, hiç susmayacak biliyorum. Gerçeği öğrenmek isteyen kim, ben unutmaya çalışıyorum. Zamanları birbirine karıştırarak yeni kurgular yaratıyorum, gerçeğin kıyısında dolaşarak çemberin dışında kalmayı seçiyorum. Yaşanılan hikaye, her zaman anlatılanlardan olsun istemiyorum. Gerçek basittir, sığıdır. Biri anlık sığ hazlara yenik düşer zamanın birinde, mide bulantısıyla birilerinin soluklarını hızlandırır, terine geçer.. Biri'leri istediklerini yapadursun, ben rüyaların rüyasını yaşamak istiyorum, geçici bir baş dönmesini değil. Çatlak sesim olasılıkları bileyliyor, ben içsel prangalarıma tutsak ediyorum duygularımı. Havadaki kanat izi kadar belirsiz, kum tanesi kadar etkisiz, mermerden bir heykel kadar sessiz kalmayı seçiyorum. Ben aşkı da huzuru da böyle yaşayabiliyorum, bu koca alemde tek başına bir kul olarak, başkalarının attığı düğümleri aydınlıkta çözerek..

Denizin ortasında uyandım. Baktım gökyüzü turuncu, ışıldayan patlaklar vermiş yer yer. Saydamlaşmışım, haki yeşili su olmuşum. Neyi istersem görebiliyorum, istediğime dokunabiliyorum, bana el sürebilecek kimse yok. Rüzgarın bir sesi var, gökyüzünün, suyun, günün bir sesi var. Herşey çok yavaş oluyor, yavaş yavaş kucaklıyor beni müzik. Müziği teslim alırlar insanlar, müziğe teslim olmak nasıldır bilir misiniz? Onun ritmiyle titreşen renkler, akan şeritler, derinleşip yükselen girdaplara dönüyorum. Bir garip seferdeyim dedikleri bu olsa gerek. Yıllardır sıktığım dişlerim çözülüyor, rengim kızıl maviye çalmaya başlıyor, alev oluyorum.



Çatlak sesim araya giriyor. "Çırılçıplak kaldın, soğuk alacaksın, giyin zırhlarını" diyor. "Akşam ne yiyeceğiz, gömlekleri ütüledin mi, hazırlamamız gereken bir bavul var, terzi de kapanmıştır.. hem nedir bu müzik, nereye yürüyormuşsun yağğne yağğne, evet divane olduğun kesin, hayatımızda bir cennet ırmakları eksikti, önce su faturanı öde".. diye kendi kendine kavga ediyor. Bir sigara yakıyorum, belki suratına denk gelir diye başımı çevirerek her tarafa üflüyorum zehirini. Şarkımı yeniden başlatıyorum, "şarkı değil, bildiğin ilahi bu, bakalım daha ne maceralar açacaksın başımıza.." diyor, öksürüklü bir sesle. Bir nefes daha çekip elimle savuşturuyorum.. "Ahh, yeter.. ben biraz uyuyacağım sen takıl melül melül" diye çekiliyor köşesine. Bunu fırsat bilip dönüyorum rüyaların rüyasına..


****************


gönlüm düştü bir sevdaya gel gör beni aşk neyledi                
başımı verdim kavgaya gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kana
ne âkilem ne divâne
gel gör beni aşk neyledi


ben yürürüm ilden ile dost sorarım dilden dile
gurbette hâlim kim bile gel gör beni aşk neyledi
benzim sarı gözlerim yaş bağrım pâre yüreğim baş
hâlim bilen dertli kardaş
gel gör beni aşk neyledi     


gurbet ilinde yürürüm dostu düşümde görürüm
uyanıp mecnûn olurum gel gör beni aşk neyledi       
gâh tozarım yerler gibi gâh eserim yeller gibi
gâh çağlarım seller gibi gel gör beni aşk neyledi


akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım
şeyhim anuban ağlarım gel gör beni aşk neyledi
ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni
çok ağlattın güldür beni
gel gör beni aşk neyledi

ben yûnus ı bîçâreyim başdan ayağa yareyim
dost ilinde avareyim
gel gör beni aşk neyledi

YUNUS EMRE


 
 


bazen gece bazen gündüz birlikteyiz..



Kargalar konuşmaya başlayınca bülbüller susar demiş Hz. Pir. Bülbüllerin susma zamanına vardım ben de. Her sesi yorumsuz dinliyorum. Duymazlıktan gelip önemsememezlik yapmıyorum asla, sıra bülbüllerin konuşmasına gelince benim de diyeceklerim olacak.

Günler, gece ve gündüzden oluşuyor. Hayat gecelerimiz ve gündüzlerimizden ibaret. Herşey bir an'da gizli. Belki uykudan uyanışa geçiş anımızda, belki kalbimizin son atış anında, belki ağzına attığın lokmanın ilk yutkunuşunda. Pamuk ipliğine bağlı hayatımızın ne çok kısır döngüsü var. Güne düşmüş yarasalar gibi, duvarlara çarpıp duruyoruz bazen kör ve dengesiz. Tutunacak dallara, soluklanacak basamaklara ihtiyaç duyuyoruz bazen. Biz dinlenirken biri gelsin, süpürsün ortalığı istiyoruz. Peki hayatımızda sahip miyiz o biri-lerine?

Süpürmek deyince aklıma geldi, en düz mantıkla.. Zor bir gün geçirmişim.. başımda tarifi zor bir ağrı var üstelik. Günü nasıl bitirdiğimi hesaplayamadan eve gelmişim, merdivenlerden çıkarken tökezlemişim iki kez. Kapıyı açmışım ilk adımımı atmışım eve.. ve burada sahne donar.

Herkesin hayatında bir welayeti olmalı demişti sevdiğim bir arkadaşım. Çöllerde olurmuş welayet, yaşam alanlarının zor olduğu yerlerde burası da benim toprağım demek ve sahip çıkmak için birer ikişer aile yerleştirip, bir bayrak dikip, o ailelerin her türlü ihtiyacını günlük, haftalık sağlayarak velayetlerini oluştururlarmış. Welayetin olmalı hayatında, ikincin. Senin olmadığın yerde senin adına durabilecek, varlığını savunacak, koruyacak, yetmediğin yerde bitecek, düştüğün yerde kaldıracak, dile getiremediklerini söyleyecek bir ikincin olmalı hayatta. Gözün gibi bakacağın, herşeyin öncesine atayacağın ikincin.

Sahne devam eder. Ev derlenmiş, toparlanmış, silinmiş, süpürülmüş, havalandırılmış, televizyon kanalların açılmış, internetin bağlanmış, çöpler toplanıp atılmış, hangi eşya nereye aitse oraya taşınmış.. Rica minnet istemediğim, talep etmediğim, yakınmadığım halde üstelik.

Kuraldır sanki. Ne zaman birisi çıkıp gitse evden, arkasında derin izler bırakır. Kural ilk kez delinince, benim izlerimin toparlandığını görünce dudağımın titremesine, burnumun sızlamasına engel olamadım. Ben başka biryerlerde başka birşeylerle uğraşırken evde bir yedeğimin olduğunu hissettim. İşi gücü hayatıma çıkmazlar ve belirsizlikler oluşturmak olması gereken kişi (öğrenilmiş çaresizliklerden biridir bu anlam yüklemesi) hayatımı temize çekiyordu ve bu sahne unutulmayacak o an'lar albimüne eklendi.

Tarifi en kolay, en somut bir an'dan yola çıkarak suskunluğuma bir ara verdim. Soluklandığım bir basamaktayım bugünler.. Yokuşun sonuna adapte oluyorum. Varlığıyla hayatımda dile gelmez güzelliklere neden olan biri'ne teşekkür ediyorum. Ve diyorum ki.. senin durakladığın yerde ben koşarım. Seninle tek akılda, tek bedende.. Ben düşerken sen bana bir el verdin, ben sana omuz da olurum, bel de, baş ta..


***********************************

gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen varlığını yakadur... ** Hz. M. C. RUMİ

Salı, Ocak 5

ÇARK...



Şemsim (güneşim), ayım geldi
Gözüm, kulağım geldi

Gümüş bedenlim geldi

Altın madenim geldi

Başımın sarhoşluğu geldi

Yolumu vuran geldi

Tövbemi bozan geldi

Gözümün nuru geldi

Başka ne dilediysem

İşte o dilediğim geldi...
 

*Hz. Mevlana Celaleddin RUMİ
 
* ayın geceye sabretmesi onu apaydın eder...
 

********


Pazar, Ocak 3

Kanasın..

Kurban rolünü üstlenmeyi beceremedim. İçim sürülüyor, kulaklarım uğulduyor, gözlerime perde indi, her yer sisli.. kemiklerim ufalanmış, birkaç şiş yemişim, burnum kanamış.. Ama hep katil olmaya alışmışım, yıllarca suçu ruhunda gizlemeyi öğretmişim kendime. Bilmediğim bir hale büründüm, uzaktan acıklı seyrediyorum kendimi. Aklım fikrim karışmış, kimse bana öğüt versin istemiyorum. Öğütler mükemmeliyetçidir, doğrucudur, dürüsttür. Ben onu istiyorum. Yanlış, eksik, uygunsuz her haliyle onu istiyorum, benim mükemmelim o. Kurban olayım geri dönsün.

Korkulacak bir yanı yoktur vedaların bilirim. Sökük yerden çekersin ipi, terzi şart değil, sen de dikebilirsin yeniden. Sağlamlaşır, renkli bile olur istersen. Biliyorum.
Kendime yetebilen birisiyim, kimseye ihtiyacım yokbiliyorum. Şimdi, hemen son dumanı çekerken içime görebiliyorum bunu.
Hatta şimdi hareket etsem, ondan önce ben çekip gitmiş olurum, biliyorum. Giderken kendi sokağımda, onun menzilinde koybolacağımı da biliyorum.
Kapısından çıktığım benim evim olacak, biliyorum.
Çamura bata çıka yürümek gibi. Karda debelenmek gibi olacak her adım. Gidersem bir yere varmak için değil, iz bırakmak için gideceğimi de biliyorum.
Biliyorum dediğim herşey canımı yakıyor. Bilmek bazen daraltıcı bir yük oluyor. Ne varsa, her biri çengelli iğnelerle tutturuluyor şu anda zihnime. Acıyan bir sonuç bu.

Ben onu geri istiyorum. Onu son gördüğümde beni devirmeye çalışıyordu. Birkaç saat öncesinde kahkahalar atıp aynı anda gözünden boncuk boncuk yaşlar akıtıyordu. Katil, kurban birbirine karıştı. Aynı aşkın içinde bir ve tek olduk. Sonra aşk bizi terkedip gitti.


Silleyi yemediğim sürece farkındasız yaşadım. Öğütmeden, nefes almadan yediğim herşeyi tıka basa kusmak istiyorum şimdi. Yanlışlarımla olgulaştım, beni yanlışlarım büyüttü diyen ben, yanlışlarıma meydan okumayı öğrendim, o dönülmez anda. Şimdi bütün yanlışlarımı kesip attığımda elimde hiçbir şey kalmadı. Hazin görüntüler eşliğinde yapabileceğim tek şey arkamı korumak olacak artık. Kollayacak bir arka'daşım kalmadığından.

Belki inanırsa.. belki dönmese bile bi uğrarsa geçerken.. belki görürse..

Bitti mi yani şimdi?

Yürekli bir sevdaysa eğer...


Herşeye gücüm yeter sanıyordum. Olan biten herşeyi değiştirebilmeye, düzeltmeye; yeniden kurmaya gücüm var sanıyordum. Ben istersem ve inanırsam dünya önümde diz çökerdi...
Öğrendiklerimden ders çıkaramadığım belli demiştim geçen gün. Buna cevap verir gibi bir tokat yerleşti yüzüme. Sana temkinli ol, düşünmeden hareket etme diye örnekler sunuyoruz dedi tanrı, sense hala dikine gidiyorsun.. O bir kez vurdu bana, bense her yerimden yara almış olarak uyandım. Gösterdi, defalarca öğretmeye çalıştı bana, inatla aynı şeyi yaparak güzel sonuçlar bekledim.

Seslenmiştim buradan ona, "gel ey sevgili, bereketli istihdam alanları sunacağım sana tenimde ruhumda" diye.. Duymadan, bilmeden geldi, karşılıksız. Donuk halime, sessizliğime aldırış etmeden bir yolunu bulup gülümsetti beni. Krizantemler açtı tenimde, bahara döndü ruhum.
Sonra ben bütün kimya kurallarını hiçe sayarak, onun bozulacağı, dağılacağı yerlere sürükledim onu. Sandımki değişiklik iyi gelecek. Bütün iyi niyetlerimi toplayıp kesemde, ona başka bir alemin kapısını açtım. gürültü, kalabalık, uyuşma, karışıklık.. Herkesten önce ben çıkmazlar açtım, sonra bilerek ya da bilmeyerek etraftakiler sürüklediler onu. En zayıf  ve taakatsiz anında son bir güçle saldırdı bana, kurtulmak istedi. Ben ben değildim oysaki, o da kendi olmaktan çok uzaktaydı. O sırada her kim varsa etrafta, anlamını bilemedi bu çıldırışın. Deliye bir tekme atmak vazife oldu kendilerine. Uçurumdan sürüklenip gitti canım.

Şimdi bütün duvarları yıkıyor, bütün insanları taşlıyorum. Kendimi paramparça edip yalvarıyorum. Bir zamanların bereketli topraklarına kuraklık gelmiş. Şimdi avaz avaz haykırıyorum. Gel!.. Çatlamış topraklarım var benim, kurumuş. kum kum akıp gidiyor ruhum. Gel tenim yara bere içinde, artık deniz kokmuyor, bahar açmıyor. Gel bir erezyona bekçilik edeceksin burada..
Benden uzak olun diyor. Ben hiç olmadığım kadar kimsesizken, bana çoğul bağırıyor. Eskiden ben ve diğerleriyken, şimdi tozun toprağın içinde patlayıp duran yalan bir dünyayız hepimiz. Çare yoksuluyum. Gücüm yetebilseydi zamanı geri almaya... artık tamamlanmış olarak, hiç eksiksiz durabilseydim yanında. Uzun zamana ihtiyacım varken erebilmek için daha iki gün önce, birkaç saat içinde piştim ve yandım. Hızla tamamlandım.

Zaman.. zaman herşeyin ilacıdır diyorlar. Çözümsüz dert olmasın hayatında, üzülme diyorlar. Kendini bitirme, sabret diyorlar. Hemen herkesin bir fikri, tavsiyesi var. Hiçbiri para etmiyor. Sabırlar, ümitler, temenniler.. hiçbiri içimdeki ıssızlığı dolduramıyor. Oluk oluk kan kaybediyorum. Dışarıdaki hayat, benim iyiliğimi isteyerek hareket eden arkadaşlar, beni sakinleştirmeye çalışanlar.. hepsi herşey düşman artık bana. İçim dışım parçalanmışken, her yerimi birkez daha kesiyor gibi dostlar. Artık dost istemiyorum, kimseye tahammülüm ve inancım yok. Gönül verdiğim yolda ilerlememi engelleyen bıçaklar atmışlar sırtıma, kaburgama. Her bıçağı hızla çekip çıkarıp sırtımdan, iki adım daha atıyorum. Kan kaybederek ilerlemeye çalışıyorum güneşime. Uzaklaşıyor, bir an aydınlatacak gibi oluyor, sonra yeniden o zifir karanlık. Mutluluğun yolundayken, o fotografa girmişken, yana düşüyorum, çizgi dışında, kadraj dışında kalıyorum. Huzurum ellerimden kayıp gidiyor: Zaman deva değil, gittikçe kararıyorum.
Bu yalan dünyada bir tek satır satır yalvarmayı biliyorum sana. Terli, yaralı, hırslı ve nefretliyim. Senden daha vahşiyim düşmanına, affım yok. Her yeni adımda birinin daha ipini çekiyorum. Dünden bugüne kim varsa içini kıran, hepsini kör'eltmek için acı çeken yerlerimi bileyliyorum. Fil gibi bir hafızaya sahip olacağım, söz veriyorum. Şimdi her yer arena, herşey savaş gibi.. Gel demiyorum, yoluna yeniden girebilmek için ne gerekiyorsa yaparak, bıçağım, telim elimde meydanlardan geçip ben geliyorum diyorum.



Kana sen de doya doya, akıt zehirini. Ayrı noktalarda yapayalnız kalalım iç seslerimizle. Bazen böyle oluyor. Aşk hiç insan barındırmıyor içinde. Toparlanacağım, toparlayacağım. Seslendikçe sana inancım güçleniyor. Belki zamanı geri getiremem sana ama değiştireceğim biliyorum. Kapının ters tarafa açılacağını da düşünmek gerek bazen. Bir değişiklikle istediğin yöne aralayabilirsin evini. İnandığımız tanrı sonsuz şans sunar bize. Şimdi ensemden tutup enik gibi kaldırdığını hissediyorum beni.
Herseyi kaynatacağım önce. Onlar kuruyana kadar yaralarımı saracağım. İpleri sağlamlaştırıp gürül gürül geleceğim kapına. Gönlünü ferah tut ve bekle..