Salı, Kasım 30

onun da evine koç girsin..


Ömrüm boyunca hiç akrep tanımamış ve görmemiş biri olarak bu yaşlara kadar gelmiştim. Akrep dediğinle, doğuda öğretmenlik yaparsam karşılaşacaktım ancak, öyle bilirdim..

Doğuda öğretmenlik yapmadım ama İstanbul'un göbeğinde gittim bir akrep erkeğine aşık oldum. Herkes bilindik efsanelerden bahsetti bana uzak durmam için. Ama zodyakı kim takardı, hem ben güçlü koç kadınıydım..
Yerleşti hayatımın en kuytu köşesine.. Kuyruğunu kaldırmaya başladı yavaş yavaş.. sonra hiç indirmedi.. Sessizdi, sakindi, ne zaman nereden çıkacağı belli olmuyordu.. Zehrini yavaş yavaş akıtıyordu içime.. Öldürmüyordu, daha uzun soluklu bir acı yaşatıyordu..

Ayrıldığımızda zodyak amcamdan özür diledim. Ağzımın payını vermişti bana. Yemin içtim, and eyledim bir daha akrep sevmeyecektim. Hem adı üstünde, akrep.. niye seveyim ki, deli miyim lan ben..

Uzun zaman olmuştu ayrılalı. Evi taşırken koli dolusu eşya çıktı ona ait.. Posterler, aksesuarlar, kartlar, fotograflar, cd'ler.. Hepsi eski mahallemin çöplüğünü boyladı. Yeni ev, ferahlık, yeni hayat, huzur...

Bir gece tuvalette karşılaştık akreple..
Annemi aradım salya sümük.. Vur terliiği öldür dedi.. Annemin tepkisi hep aynıdır, hayatın sırrını yemiş, yutmuş ta artık umursamadan söylüyor gibi her böcek cinnetimde aynı seri katil soğukkanlılığyla tekrar eder "vur terliği, öldür". Sivri sinek gördün mü kaçacak yer arayan ben ve vurup terliği akrebi öldürmek.. olasılık dışıydı..
Yatak odama kapattım kendimi.. Gecenin bir vaktiydi, çok çaresizdim.. Ağlamak istedim, olmadı, kısmet değilmiş.. Twitter'a yazdım "hasssstir" ünlemiyle.. Deli lan bu tivitçiler, hepsine eğlence çıktı.. Evi yak diyen bile oldu..
Bu hayın dünyadaki tek dostum Bala'm malzemelerini kuşanıp geldi. Beni kurtaracaktı, kahramanım olacaktı.. Eğer ben yatak odama kapanıp akrebi kaçırmamış olsaydım o akrep hayvanının canına okuyacaktı, ben de boyununa sarılıp mutluluk gözyaşları dökecektim..

Sabaha kadar gözümü kırpmadan bekledim. Zira tivitırda herkes "uyuma yoksa ölürsün" mesajlarıyla ödümü benden almışlardı.. Tivitır kankam 2Yaz beni bir süre mesajlarıyla oyaladı.. Sayesinde iki saat kadar uyanık kaldım.. E direnme de bir yere kadardı, uyudu..

Yatak odamın kapısını polarlarla çevirmiş, yatağımın içine kıvrılmış, yorganı kendime boca etmiş, nefes alacak bile yer bırakmamışken yeni arkadaşım Hüs'ten mesaj geldi.. Sağolsundu, iki saat kadar da onunla yazıştık derken.. o da uyudu..

Kaldık Virginia Woolf teyzemle başbaşa..
Kitap bu.. insan okurken nasıl uyuduğunun farkına varmıyor..
Günün ilk ışıklarını yakalamıştık birlikte.. Viktorya çağı, otorite, yasak aşk.. derken yüzüm dışarıda, ağzım açık, saçlarım yastığa yayılmış uyuyakalmışım.. Yuh yani normal zamanda böyle davetkar uyumam böceklere karşı.. Ya saçlarımdan kımıl kımıl ilerleyip ağzıma girse, dilimi soksa ve sonra ben onu yutsam, sonra bu yüzden intihar etmek zorunda kalsam.. Olacak şey değildi..

Uyandım, koşa koşa çıktım evden.. Yoldan ilaçlama şirketlerinin numaralarını topladım.. Kökten kazıyacaktım bütün haşerelerin soyunu sopunu. Benim yeni evimde, tebdili mekanımda, ferahlığımda akrep hayvanlarına yer yoktu..

Ciğerlerim sökülene kadar ilaçladılar evi.. Bronşlarım kendinde olmadan iki gün hasta yattım evde.. Nerdeyse ben ölecektim, ama lanet akrep hayvanı dışarı çıkmadı.
İlk olasılık, gece kaçmıştı, ilaçlamayı ziyafetini de kaçırdı inek hayvan.. İkinci olasılık, kuytularda bir yerlerde kendini sokarak öldürdü..

Psikolojilerim bozuldu.. Her akşamım evde köşe yastığı mahiyetinde geçiyor. Işıklar açık uyuyorum, kafam yastığın altında, Virginia benden nefret ediyor.. Malum akrebi görüyorum rüyamda..
Olmaz böyle..
Onun da evine koç girsin lütfen.. Görsün ebesinin... neyse..
Dişe diş, kana kan.. intikam..

Çarşamba, Kasım 24

şiir mi?


Bana yağmurlu bir günde pencereden bak sevgili..
İçine dolsun rüzgarın ıslığı..
Kimselere görünmek istemezken sen,
Beni izle ve ezberle adım adım uzaklaşmamı..
Sen bana bakarken hızlansam, ıslak sokakta sendelesem..
Hızlansam.. hızlansam.. nefesim yetmese artık.. hızlansam..
Tarif edemeyeceğim kelimeleri içine kazısam.
Bir şimşekle görünmez olsam...
Bir solukta silinsem.
Beni özlemeyi kesip atsan içinden..
Seni özlediğim için ölmesem.
Hiç yaşanmamış olsak.

Alt alta yazdığım herşey şiir olsa.. ve artık şiir yazabiliyorum desem.
Olmaz mı?

Pazartesi, Kasım 22

dön-me..


Sevgili,

Sana hitap edeceğim sıfatları tüketmişim, üzgünüm. Sen de vakti zamanında her şekle girerek, hakettin şimdi bu yoksunluğu..
Yoksun'luk.. Yoksun'luğunla ben sonunda iyi arkadaş olmayı becerebildik. Ara sıra birbirimize hırlaşıyoruz hala, ama ilk günlerdeki savaşlardan eser kalmadı. Hani derler ya "zaman herşeyin ilacıdır" diye, ben var ya bu teraneyi çıkartanı bulup.. neyse. Zaman dediğin akmaz, kokmaz, böyle ağda kıvamında, niteliksiz bok gibi birşey afedersin. Konuşmuyor, halini hatrını sormuyor, yakana yapışık kalıyor. İlaç falan değil yani, o tamamen bizim her halta yorum yapan geveze atalarımızın uydurması.
Senin yoksun'luğun çok ayran gönüllü çıktı. Yoksa bilirsin ben feci ağır ve katı bir karakterimdir. Vursan, itelesen kaymam o taraflara. Ama bu yoksun'luk kalbimin haşatını çıkardı allah seni inandırsın. Hayır kalpsiz kalayım sorun değil, ama yakın zamanda çocuklarımın babası olacak zatı muhteremle karşılaşacağımıza dair bir inanç oluştu bende.. Muhterem gelecek hayatımın orta yerine, kalbim tükendiği için ben kendisini dalağımla falan sevmek zorunda kalacağım, hiç şık olmayacak..

"Biz seninle dünyayı tersine çevireceğiz" konuşmasını yapmak için aldığın, tersine doğru akan kum saati bozuldu. Kum saati bozulur mu deme, insanın hayalleri bile bozulabilirken, maddeler dünyasına ait birşeylerin sonsuza dek mükemmel bir işleyişte olmasını beklemek çok aptalca.. Ahh tabi bir de elinin değdiği herşey bozuluyor, ama onu farklı bir başlık altında tartışmak isterim.

Geçenlerde ilk sevilememe tecrübemi yaşadım. Birisiyle tanıştık. Ne desem, bu çocukceğiz hayvanlar gibi eğleniyor.. "güzel olduğunuz kadar akıllısınız da" tarzında jön kılıklı laflar ediyor.. sabah akşam bana ciddi bir mesai harcıyor.. derken fiş çekildi. Hani uyandığını haber vererek başlayıp, gün boyunca ne yapsa bilgi geçen canlılardandı kendisi. Beni bilirsin, pek arama, sorma, uzaktayken alakaya boğma huyum yoktur. Yoksunluk'la eğri oturup, doğru düşünüp karar verdik ve her mesajını yanıtladık, her aramasına geri döndük. Bildiğin "sevme oyunu"nu oynadık. Yabancısı olduğum bu ilgili kız modeli komiğime gitse de, hatta bazen içime fenalıklar verse de hiç hissettirmeden görevimi eksiksiz tamamladım. Birden mesajları kesildi. Yoksun'luğa danıştım, kendisine kontör yollamayı bile düşündüm, ama eşşek kadar insandı, kontörlü değildi hattı, üstelik sınırsız internet paketi üzerinden gayet bedavadan yazıyordu. Bir şekilde bana sınır koydu, hiç şık bir sonuç olmadı. "Kısmet" değilmiş dedik, üstüne düşmedik.
Seni nasıl sevemedi deme, elinin dokunduğu herşeyin bozulduğunu üst satırlarda anlatmıştım. Kum saati nedir ki, beni bile bozdun.
Yoksun'luğun arttık haddini biliyor. O da biraz bana benzemeye başladı. Kimseye iliştiği yok. Başbaşa kalmamızın verdiği bir takım sorunlar yaşıyoruz ama beni bilirsin, sinirim can yakıcı olur. Geçenlerde saçları elimde kaldı, o günden beri muma döndü.

Hiç tanımadığım yoksun'luğunla birlikte çıktığım yolda çok kez kaybolduk. Bilmediğin sokaklar seni yanlış yollara götürebiliyor. Hayat bazen labirent etkisinde geçsede, ben yoksun'luğunla birlikte bu toprakların sahibi oldum. Şimdi nereye dönersem döneyim kendimdeyim. Dört bir yan, avucumun içi, elimin kiri.
Hani demiş ya  Nietzsche "beni öldürmeyen şey güçlendirir" diye.. İşte bu da ağdalı bir zamanın uydurması bence. Nietzsche'ye ne şekilde demir etkisi yapıyor bilmiyorum ama, beni öldürmeyen şey, öldürmüyor. O kadar.

Cumartesi, Kasım 13

çöm'lük..


En nefret ettiğim sesle uyandım.. cep telefonumun, saatli bomba alarmı sesiyle. Madem nefret ediyorsun niye bunu alarm sesi yaptın diye bıdı bıdı konuşup sinirlendirmeyin beni.. Sabahları beni uyandıran şey dünyanın en güzel melodisi dahi olsa nefret ederim ondan. Erkendir, yersizdir, sinir bozucudur, amannn yaa yine mi'dir.

Huy'suz bir uyanıştı benimkisi.. Huyumdur, sabahları huy'umu kaybederim..

Bu kez başkaydı.. Bildiğiniz gibi değildi, çok fenaydı, çok anlanmsızdı.. Ben kaybolmuştum.. Ben ben'dim, ahanda yatağın üstünde duruyordum ama sorun şuydu; neresiydi lan burası!..

"Lobiye ineceğim" dedim önce.. Sonra "yok yok transferim var havaalanına" dedim. "Olur mu yahu havaalanına ben gideceğim" dedim, kaçırmak üzere olduğum bir uçak vardı zira.. O zaman anneannemde mi uyanmıştım? "Yoook, tur var bugün hemen arayım şoförü otobüsü getirmiş mi" dedim.. Telefonumu aradım.. Geçen gün uyurken telefon çalmıştı, telefona uzanayım derken telefon yatağın bir ucundan, ben diğer ucundan yere düşmüştük.. Hala o günde olmalıyım diye düşündüm, beynim sarsılmış kolay değil.. O halde otel odasında olmalıydım.. Ama alllasen otel odasında böyle dolap mı olurdu, çok mantıksızdı..
Telefonu buldum.. Akıllı bir insan gibi davranıp tarihe baktım. Akılsızdım ama istediğimde akıllı insan numarası yapabilme yeteneğim vardı..
Tarihe bakılırsa turun olması mümkün değildi, e transferim de yoktu.. Lobiye inemezdim zira otelde değildim.. Peki nerdeydim lan ben!..

Son zamanlarda aç, susuz, nefessiz, katıksız çalışıyordum. Tabi yaa ofiste uyuyakalmıştım.. Mesai arkadaşlarım gelmeden giyinmeliydim. İyi de ofiste geceliğim ne arıyordu, bu yatak ta nesiydi.. Bana neler oluyordu?

Amaneeey(!) araf burası mıydı yoksa.. Neden ben, hem daha çok gençtim, yazıktım, hem Allah Baba artık beni seviyordu, dua falan ediyordum.. tam anlaşmaya başlamışken yapılacak iş miydi şimdi bu..
Gözlerimi kapayarak düştüm yatağa.. Yutkundum önce, sonra kendimi cimdikledim, yetmedi omzumu ısırdım.. Hissediyordum, mutlu oldum. Saçımı çektim, dilimi dişlerimin arasına sıkıştırdım, gözlerimi şaşı yaptım, burnumu tıkadım, öksürdüm. Yok lan, ölmemiştim..

Evimdeyim dedim.. Taşınıyorum diye herşey kolilenmişti.. Yatakta uzanıp kapıyı araladım, gördüğüm dar koridor ve birleştiği kocaman kare bir boşluk beni dehşete düşürdü. Evimde değildim. Cama baktım, hasır jaluzilerin altından sıska ağaçlar, karşı kaldırım, güzel bir sokak ve yolda yürüyen mutlu yüzlü insanlar görünüyordu.

Tanrım!.. Taşınmışım!..

Etrafa baktım tekrar.. Bavulum, dolabım, yığılmış kıyafetlerim, koridorda koliler.. Yeni evimdeydim..

Herşey öyle hızlı olmuştu ki ve ben öyle yorgun, öyle uzaktım ki.. Günümün ay'ması tamamlanana kadar ben, bizzat şahsım kayıptım.
Yeni evim pek komik bir karekterdi. Bana çömez şakası yapmıştı.
Anlaşacağa benziyoruz kendisiyle.. Ne dersiniz a dostlar?..

Pazartesi, Kasım 1

biz; ben ve kendim..


Peki söz veriyorum, artık küçük şeylerle mutlu olacağım.. Ama nerede inzivaya çekilmiştir, hangi boktan kuytudadır bu küçük şeyler..

Feylesof iç sesim pembe ayıcıklı pijamasıyla yanıma uzanıyor.. Onu bu haliyle ciddiye alamıyorum, elimde değil ama yine de dinliyorum.. yapacak bir şey yok zira, atsan atılmaz, satsan satılmaz, kendi iç sesim neticede..

"Aslında hayatının kıyısında durur aradığın o küçük şeyler.. Hep senin bir adım ötende, seni takip ederler.. Ama ulaşmak zordur onlara.. Başka bir ten daha gerekir onları bulman için, başka bir göz daha, başka bir ruh daha isterler. Gözlerini küstürdüğün rüyalara yeniden uyuman gerekir. Bir nefes daha lazım sana, ortalıklarda dımdızlak gezersen hep ıskalar durursun o küçük şeyleri.."

Böyle bilmiş laflarından, geniş cümlelerinden nefret ediyordum Feylesof Hatun'un.. ama dedim ya hani atsan atılmaz..
Rüya falan demişken uyuma numarası yapayım belki susar dedim.. Yerse.. İnsan içini kandırmayıyor haliyle..

"Heyecan!.. Anımsıyor musun o duyguyu.. Mülakat kapısında bekler gibi duracaksın hayatın kapısında.. Bütün detaylar aklında, yüreğin ağzında.. Baktığını soyacaksın anında, herşeyin altını deşeceksin, savaş meydanında gibi duyularınla hareket edeceksin. Yani diyorum tıkamayacaksın kulaklarını, yumruklarını eskitmeyeceksin boş yere.."

Ambalajsız konuş bana Feylosof Hatun.. Karnım acıktı zira, böyle ağdalı cümleler iştahımı açmaktan başka bir halta yaramıyor inanki.. Hem yumruk mu kaldı allahaşkına.. Dişlerimi sıkıyorum ben en çok..

"Dünyayı kendi etrafında döndürüp büyük şeylere sevdalandın hep.. Dudak tiryakisi olduğun üç, beş hikayede asılı kaldı hayatın. Güvensizlik duvarın, bomboş gururun, kekemeleşmiş rüyaların, gıdım gıdım yaşadığın hayatın.. Düşünsene ahucum hayat kesenden yiyorsun bu günleri.. Kocaman iki tane gözün var, bakmayı bilmeyen. Yaşama korkağı olamasan görürdün belki.. Belki az önce hayatının o mutluluk albümünü oluşturacak sevgiliyi kibarca reddettin. Hem de hiç bakmaya tenezzül bile etmeden, düşünmeden teğet geçtin.. Iska!. İşte senin varoluşsal sorunun.."

Yok, bence benim varoluşsal sorunum uykusuzluk. Şu an uyuyor ve bunları yüzüme vurmuyor olabilirdim. Hatta varoluşsal sorunum kendimden kurtulamamam. Kendim şu an yanımda yaymış, aptal pembe ayıcıkları olan bir pijama altından bana bıdı bıdı sevme dersleri veriyor. Şimdi yüksek sesli kavgaya tutunsam, içimin Hijyen Hatun'u uyanıp bu evin hali ne böyle diye ikinci bir vaka açacak başıma.. Emekçi Hatun uyansa, bütün hafta sonu hazırlamadığım teklifleri yüzüme fırlatacak.. Stil Hatun uyansa, geçen ay maaşımın yarısını verip aldığım kremler hala torbasından çıkmamış, neden bunlar kullanılmıyor diye hepsini kafama atacak. Çatlak uyansa hepimizi darmaduman edecek.. Her türlü dayağı yiyeceğim, ağzımı burnumu kıracaklar.. kendi iç seslerim.. kendim.. Evet, insanın yalnız yaşaması kendisiyle yaptığı boktan bir evlilik. Dayak, şiddet, küfür, sömürü, dır dır ne arasan var.. Sus ve itaat et..

" Ruhunun tembelliğini örtbas etmek için sarfettiğin enerjiyi etrafını görmek ve çevrendekileri yaşamak için harcasan.. en azından gayret etsen hepimiz kurtulacağız bak gör.. Bizi yaratıp, kurgulayıp bu dört duvara hapsettin. Bu kadar kapalı olmamız ne komik öyle değil mi? Bu tıkanmışlık bizi birbirimize düşürüyor, kendinle çelişiyor, kavga ediyorsun.. Kendi içinde isyanlardasın.. isyandayız."

İçimin hatunlarının bu ani değişimlerine artık katlanamadığımdan mütevellit bir dedektif tutmaya karar verdim. Kırbaçlı bir dedektif, bunları hem izler, hem de hizaya sokmak için kırbaçlardı ara sıra ben de rahat ederdim. Hayır kendimle kötü olmak istemiyorum, veririm dedektife parası neyse o kötü olsun, ben iyi polisi oynayım.

"Bir hayal düştü aklına, ama o kocaman iki gözün o hayali bile göremeyecek kadar kör'eldi.. Yoksa sorunun bu mu dersin? Bir mucize işe yarar mı?"

Cevabını içinde gizleyen soruları yönelten insanları hiç sevmem. Bana "ahucum" diye insanlardan da şiddetle sıkılırım. Bütün sinir bozucu eylemler bu hatunda toplanmış.. Uyanırlarsa uyansınlar diğerleri de... Zira şimdi en iyi bildiğim şeyi yapacağım, sinirleneceğim!.

Öyle bir an gelir.. Gecenin bir yarısı belleğin yırtılır.. İyilerin, kötülerin bir bir dökülür aklından. Ağzı bozuk bir kavgaya tutuşursun kendin'le..
Biz buna "mucize an" diyoruz.. ben ve kendim, biz..