Cuma, Ekim 4

biz kızlar toplandık..



Amazonların içine doğmuşum. Biz üç kız kardeş, annemler üç kız kardeş, anneannemler üç kız kardeş, babamın iki kız kardeşi var.. Ailede erkek, nadide miktarda ama öyle kendilerine nadide bulunan bir şey gibi davranılmıyor, yanılmayın. Erkeklerin yeri, masada öküzden sonra geliyor nerdeyse.. Kadınlar ne derse o... o kadar.

Arkadaşlarımdan biri ne zaman sıkıntılara düşse bizim aile evine gelir. Yine yanılmayın, kimse onun sıkıntısını çözmeye çalışmaz. genelde sıkıntılara karşı mottomuz "amaaan siktir et" şeklindedir. Ama ortamdaki çok konuşma hem de bağıra çağıra konuşma ve kahkahalarla gülme sesleri o kadar baskındır ki o an herkesin derdi tasası ezik, yazık olur.

Çocukken en sevdiğim şey İstanbul'a gelmekti. Biz babamın işi nedeniyle Çorlu'ya yerleşmek zorunda kalmıştık. Ama her haftasonu İstanbul'a gelirdik. Babaannemlere de gitsek, anneannemlere de ortam hep aynıydı.. gece iki parmak ile ifade edebileceğimiz beyler uyuduktan sonra, ki bu beyler erken uyurdu zira kadın tantanası diye birşey bizim ailede kesinlikle var, kadınlar bir araya toplanır sülalenin dedikodusu yapılırdı. Herkes teyzeim odasında toplanırdı, bir yatağın üzerine ya da yerdeki minderlere geceliklerle yayılır, kimi kıyafet dener, kimi oje sürer, kimi yüzünü kremler, bütün bu güzelleşme çalışmaları entrika dolu hikayelerle taçlanırdı. Bir kaç ansiklopedi dizisi çıkacak kadar fazla malzeme olurdu hep.
Ben genelde sohbetin en küçüğü olduğum için bahsedilen çoğu kişiyi tanımadığımdan o kim, bu kim, o neden  öyle yaptı, bu neden böyle oldu gibi gevşek sorularla can sıkardım. Biraz çocuk olduğum için biraz da ayıp durumlar olduğunda beni genelde bir kaç hikaye ile geçiştirirlerdi. Annemin o an uydurduğu hikayeler beni çok heyecanlandırıdı.. Tanımadığım o kadınları hep hayalimde giydirir, süsler, ihanetlere, kavgalara sürüklerdim. Hayaller içinde minderde ya da yastığın bir köşesinde sızarak uyurdum.

Sessizliği sevmiyorum. herkesin yüksek sesle konuşttuğu, bağıra çağıra kavga ettiği, kahkahalarla güldüğü, kadın sesinin baskın olduğu ortamlarda kendimi hep güvende hissediyorum. Anne sütü gibi, kalp atışı gibi..
Yalnız yaşamanın can kaybı sessizlik.. Huzuru hem televizyon sesini açarak, hem müzik çalarak ve aynı zamanda telefonda konuşarak aramak.. televizyon karşısında yüzüne maskeler yapmak, oje sürerken yüksek ses rock dinlemek.. yemek yaparken kız köpeğim juliete günü özetlemek.. huzuru bulmaya çalışmak.. içimi kadınlara bölmek..




Çarşamba, Mart 6

herkes nereye uçtu..



Uyandığımda çatlak iç sesim ve sarışın kız köpeğim Juju koridorda kavga ediyordu..
Pazar sabahı istemsizce ve erkenden uyanmak.. ne kadar güzel rüya görürsem göreyim , tüm günümün kabuslar içinde geçme nedenidir.
İkisini de savurup aralarından geçerek banyoya girdim. Minik kızım Juju koridora çöküp içli içli ağladı, buna karşılık çatlak iç sesim havlayarak banyo kapısını tırmaladı.
"Aşık oldun ve beni köpekler gibi yalnız bıraktın. O küvetten çıkıp yanıma geleceksin.." diye bağırarak salyalı bir kavgaya girişti benimle.. Musluğu sonuna kadar açtım, suyun ılıklaşmasını bekledim..

Banyodan çıktığımda ortalık yatışmıştı. Juju minderine sırtüstü uzanmış, kolları havada uyuyakalmıştı.
Hijyenik iç sesim mutfakta bulaşık yıkıyordu. Feylesof iç sesim salondaydı, tesadüfen yakaladığı bir festival filmini kanepeye geçmeye fırsat bulamadan sehpa üstünde izlemeye dalmıştı. Emekçi iç sesim kanepeye uzanmış, lap topu göbeğine yerleştirmiş halde maillere gömülmüştü. Lezzetli iç sesim protein diyetine girdiğinden beri her gün olduğu gibi aklında bir yamyam menüsü ile mutfağı didik didik ediyordu. Dervişe iç sesim pencere önüne oturmuş yeni yeni filizlenmeye başlayan kırmızı bahara dalmıştı.

Tehlikenin farkındaydım. Çatlak iç sesim ortalıkta gözükmüyordu. Hain pusuya yakalanmayı göze alarak yatak odama doğru ilerlerken gördüm onu. Onu savurup attığım yerde saçlarımdan yakalayıp çekti beni. uzun, siyah ojeli tırnaklarını boynuma geçirdi.. yeni aldığım mat oje serimi de ele geçirmişti, benim adi bir taklidim olmasına dayanamıyordum. Naneli nefesini yüzüme çarpa çarpa "aramızdan uçup gidemezsin" dedi.

Uçuyordum.. İçim uçuyordu..
Sabah istemeden ayılmak zorunda bırakıldığım güzel rüya geldi aklıma.
Hikayeler hep aynı başlardı oysa.. oysa herkes birbirine benzerdi.. Şaibesiz yaşam henüz tasarlanmamıştı oysa ve esas oğlanın hikayenin en güzel yerinde hep gitmesi gerekirdi.. Esas kızın aklının eremeyeceği çok mühim şeyler vardı muhakkak ve oğlanlar bunu açıklayamazdı..kızlar ise hep "neden" diye ağlardı.
Kızların saçları dağılır, kafaları karışır, rimelleri akar, içleri kanardı.. kanlar içinde uzanırlardı bir yatağa... kendilerine sarılırlardı.

Aslında hikayeler hep benzerdi. Ama benim yeni hikayem, bu sefer farklıydı işte. İçim uçuyordu sonunda. Dudaklarımı ısırıp gülümsüyordum durduk yere. Durduk yere mutlu olunan anlarla dolu bir albüm edinmiştim.
Serin sularıma maviliklerini katıyordu. el ele tutuşuyor, birlikte maceramıza atlıyorduk.

Yarım kalan uykumdan uyanmıştım. Juju odamın kapısında, yüzü bana dönük uyuyordu. Koridordan geçerek mutfağa gittim, sonra salona baktım. kimse yoktu. Banyoya baktım, küvette kalan saçlarımı topladım. Dişlerimi fırçalarken gördüm boynumdaki tırnak izlerini.

İzler var elbet.. Ama kalbim O'nla doluyken uçup gidiyorum böyle ben.. sevgiyle..

Cumartesi, Ocak 5

Bir gün cinayet işlersem, o gün muhakkak yağmur yağacak...




Bekleme odası diye bir yer yapmışlar.. Aslında orası düşünme odası.. Beklerken düşünüyor insan, elinde değil. Aslında daha güzel şeyler yapılabilirdi burada.. Daha güzel olabilecek binlerce şey var ama olmuyor işte.

Hep böyle olur, tam çişim geldiğinde açılır kapılar ve içeri almaya başlarlar. Sıkışık bir ruh halinde yerleşirim koltuğuma, düşünmemek için çişimi, gözlerimi yumarım.. Her yerde ve her durumda uyuyabilen bünyeme şükür, uçağın iniş sarsıntısına dek uyurum.

Tuvalete gidecektim ben aslında ama merkeze giden tren kalkıyordu, kaçırsam tekrar bir bekleme odası, tekrar düşünceler.. Düşünmeyi sevmiyorum. Misal müzik dinlemeyi çok seviyorum ama bir yerden sonra kendimle konuşmaya başlıyorum. Hafif müzik sevmiyorum, olabildiğince sert olsun, dan dan kafama vursun da susayım istiyorum.. Gırtlağı çatallaşana kadar bağıran adamlar dinliyorum, sigaradan ve içkiden çatlayan sesleri seviyorum ki tüm bunların sahiden konumuzla hiç alakası yok.

Tren merkeze varıyor. Çişimi tutabilmek için bir süre indiğim yerde kıvranıyorum.. O sırada anketör bir çocuk geliyor yanıma. Bu anketörler her yerdeler.. Hayatınızı, en özelinizi didik didik ediyorlar, sordukları herşeye cevap vermek zorunda olma gerginliği var.. Yani yalan söylesen az önce böyle demiştiniz ama diye sıkıştırıyorlar insanı. Genellikle bir greenpeaceli ve bir engelliler gazete satıcısıyla birlikte yaşıyorlar bu anketörler.. İstanbul'da olsaydım eğer yanlarında bir de Marmara Üniversitesinde okuyan kanser hastası öğrenci arkadaşları için kart satan, benim iki katım ebatlarında sakallı bir adamcağız da olurdu.. Artık orta yaşlı oldular bunlar ama hala üniversite arkadaşları için kart satıyorlar.. Neyse ki İzmir'deydim, hava tertemizdi, insanlar güzeldi, memleketim gibi her yer deniz denizdi.. midemde kelebekler uçuşuyordu..

Çok sıkışmıştım, anketör altıma işerim korkusuyla beni rahat bırakınca hemen karşıma çıkan ilk kuaföre girdim. Evet birbiriyle pek alakalı şeyler yapmıyordum ama pek mantıklı bir insan olduğum da asla söylenemez. Önce saçlarıma kezban fönü çektiler sonra tuvaletlerinin arızalı olduğunu söylediler. Kahküllerimi makbule gibi kabartmışlardı, biraz daha yumuşak suratlı olsam kesin makbule dolması da yaparlardı tepeme.. Gözlerim dolu dolu çıktım kuaförden.. Konumuz bu da değil aslında..

"Yüzüne baktığımda, deniz kenarında yürüyormuşum hissine kapılıyorum. Nefesi yüzüme değse, taptaze bir rüzgar alıp götürüyor beni.. Başımı omzuna dayandığımda, dayanamaz hemen sarılır.. sanki hep hayalini kurduğum denizaltında olmak gibi. Elimi tuttuğunda hep renk renk fotoğraflar geliyor gözümün önüne, kırmızı şapkalar, yeşil hırkalar, mavi gözler, pembeleşmiş yanaklar.. Gözlerine daldığımda aklımda hep aynı düşünce, keşke dünya daha güzel bir yer olsaydı.. Sonra gözlerim doluyor, kokusunu çekiyorum içime, dalgalara doğru yüzmek gibi.."


Bir banka oturuyorum. Yanımda bronzdan heykel olmuş bir adam var. Herkes yanına gidip sırayla fotoğraf çektiriyor onunla.. Her fotoğrafta biraz çıkıyorum. Bir sokak köpeği gelip yanıma kıvrılıyor. Simitçiye el sallıyorum, İzmirliler simite gevrek diyorlar.. Köpek gevreği yiyor, ben sahile doğru yürüyorum.. Dalga çıkmış denizde.. Üşüyorum biraz, saatime bakıyorum, buluşma vakti gelmiş.. Heyecanlanıyorum, yeniden çişim geliyor aklıma.. Karnımın altına bir kramp giriyor. Bekleme salonuna doğru yürüyorum.. Biraz geç iniyor trenden.. Beni görünce hızlanıyor, koşup sarılıyor.. Nasılsın diyor, çişim var diyorum, terbiyesizim diye kızıyor bana..


"Birlikte olduğumuz günler hep yağmur yağıyor.. Cama vuran yağmur seslerini duyuyoruz sarıldığımızda.. Hemen ellerim buz gibi oluyor.. Sımsıkı tutuyor ellerimi, avuçları hep sıcacık.. Biz birlikteyken dünya biraz daha güzel sanki diye düşünüyorum. Burnumun ucunu öpüyor, gözlerimi yumup boynuna gömülüyorum.."

Bir benzin istasyonunda buluyorum aradığım tuvaleti.. Meyveli sodalar reyonunu geçince hemen solda.. Ellerimi yıkıyorum, parfümümü sıkıyorum, yanaklarımı sıkıyorum, kaşlarımı düzeltiyorum, kirpiklerimi parmaklarımla kıvırıyorum.. Dışarı çıkıyorum yağmur yağıyor, sıcağa koşuyorum.