Çarşamba, Nisan 28

bitimsiz olsun bu sefer...


Haydi söndürelim ışıkları!..
Aydınlıkta bakamıyorum sana. İyi niyetlerle örülmüş duruşunun, ince gülüşünün ardında dipsiz bir kuyu var sanki. Burun buruna geldiğimizde keskin bir viraja girmiş gibi oluyorum. İlk bakışta anlaşılmıyor, dokundukça hissediyorum. Gözlerin bana daldığında görür gibi oluyorum. Sende bitimsiz bir yıkım gücü var.

Söndürelim ne olur ışıkları. Ben "bu filmi daha önce görmüştüm" hissine kapılıyorum. Sesin olsun sadece, tiril tiril nefesini duyayım. Gözlerini seçemeden başımı omzuna yaslayım. Annesinin kalp atışıyla kendini güvende hisseden cenin gibi.. sokulayım koynuna, elim sol yanında, dünyanın en huzur veren tıkırtısıyla uykuya dalayım. Bitimsiz olsun rüyam..
Kaypaklığını gizle benden. Bu dünyada en çok sana güveneyim ben. Sende canlansın solgun renklerim. Sonra sende bulayım ben başdönmelerinin en güzelini. Bitimsiz bir serüven olsun bizimkisi.
Birşeyler anlat, inandır beni. Bir kere kanayım sana, sonra ateşe meyilli pervaneler gibi dönüp dolaşayım etrafında. İnandır beni.. Didik didik etmeden bu hayatı, sorgusuz sualsiz gezeyim seni.. martıların gökyüzünü talan etmeden sefere çıkması gibi. Bitimsiz olsun bu sefer..
Söndürelim ışıkları.. Yoksa hayat hep tekrarlardan ibaret kalacak. Aynı nakaratlardan sıkıldım ben. Uzun yollardan geldim. Her durakta aynı efsaneleri dinledim. Uzun yollara çıktım, her durakta etlerimi lime lime ettim.. Çamur oldum, estim, baharlar açtım... Ezberlenmiş hikayeleri değil, başka sıfatları, başka zamanları istiyorum artık.. İstiyorum ki yepyeni bir solukta bitimsiz olalım..

*********************************************************************************

Yepyeni bir yaşama doğmak için... Ölmeden önce ölmeli!..  M. C. RUMİ

Salı, Nisan 27

yaz doktor şu ilacı..


Eksiğim.. Üzerime yapışmış bir "yarım"lık hissi ile yol alıyorum zaman çizelgemde..
Derler ki; yaratan görürmüş herşeyini.. içini, dışını, noksanlarını.. Bir türlü tanımlayamadığımız kaderde yaşanan ne varsa, kendini tamamlayabilmen için tepside sunulmuş fırsatlarmış. Oysa ben tamamlanamamanın değil, daha fazla kayıp vermemenin derdindeyim...

Doktor!. Sen şimdi bana iki ilaç yaz yeter. Bana anlatma sakın vaadedilen toprakları, gök kuşağını, engin denizleri.. katlanamıyorum billahi. Çiçek gibi dolaşayım istiyorum güzel havalarda, aklı yarı havada.
Aslında ben kendimi hep ağaç gibi hissetmişimdir. Sağlam kökleri olan, gölgelerin sahibi, özgür bir ağaç. Kökü yerin dibine sıkışmış değil ama, gözkyüzünü sarmalamış Tuba ağacı gibi. Hani şu cennetin ünlü bitkisi.. İşte ben öyle ağır, güçlü, serin ve tersim bu hayata..

Geçen gece oturdum sahilde, ama öyle bankta değil.. Sarkıttım ayaklarımı denize, döndüm sırtımı sahil insanlarına, taktım kulaklıklarımı bağıra çağıra şarkı söyledim rıhtımda. Öyle mutlu oldumki, bir iki damla gözyaşı bile döktüm Allah seni inandırsın. Tam başlamışım zehrimi akıtmaya dirhem dirhem, çatlak iç sesim geldi ve beni saçımdan sürüye sürüye eve getirdi.
Eve geldik.. Malum Hijyen Hatun sürgünde, Dervişe Hatun ise onu bulmaya gitti. Feylesof Hatun sanırım yerleştiği tepede mesut, aylardır yok ortalarda. Ofis Hatunu raporlarla uğraşadursun Çatlak Hatun yine zaptetti beni. "Gülmek ve ağlamak.. Heyecan ve huzur.. Bazen gülerken ağlamak, bazen heyecanda huzur bulmak.. Hayat hep iki sarkacın ortasında.. Ortaya gel ve tadını çıkar. Duygularına yön vereceğine , onlara yenik düşüyorsun.."
Bütün hatunlar birleşip şu kazuleti tepemden alsalar, dibine kadar parmak parmak alacağım bu hayatın tadını, ama inan onları örgütlemeye mecalim yok be doktor. Sen şöyle bana folik asit, amino asit, asit, demir, çinko.. birşeyler versen ben bulurum aydınlığı..

Muhnebiden kalma hikayeleri yaşıyorum her gün tekrar tekrar. Dediğini yaptım doktor, biriktirdiğim, sakladığım ne varsa hepsi çöpü boyladı. Her parçanın yerine bir ayna koydum. Ayne ne büyülü, ne güçlü birşey doktor. Evdeki hacmim arttı. Ne yana dönsem ben varım artık. Ben.. ben.. ben.. Kafamdaki tilkilere uğraş çıktı, daha çok besleniyorlar artık benden...
Neyin notunu alıyorsun sen doktor? İçimin hayvanları beni parçalıyor, sevdiklerim gelip yarama tuz basıyorlar... Yaraya tuz basmayı iyi bir deyim sanırdım ben nedense.. Meğer çok yakıyormuş be doktor...

Çarşamba, Nisan 21

gözüne su kaçırdım..



- Neler yaptın ben yokken?

- Çalıştım. Eşşekler kadar çalıştım. Günlerce, aylarca, uyumadan, yorulmadan çalıştım. Büyük toplantı masalarına oturdum, koli kaldırdım, havaalanlarında uyukladım, otel menüleriyle beslendim. Otuz iki fasıl grubu, on sekiz oryantal, yirmi iki trio, yirmidört orkestra dinledim. Ürojenital radyolojiden, kırkiki çekirdekli işlemciye kadar, hayatımda hiç yer etmeyecek elli altı absurt konu hakkında konferansta bulundum..

- Ne yaptın diyorum, ben yokken?

- Bir kedi aldım.. Tüyleri negatif elektiriğimi alacak, mırıltısı bana huzur verecekti. Önceleri iyiydi, sonra tırmalamaya başladı hayatımı. Şiddetli geçimsizlikten ayrıldık. Ardından koltuk takımımı, en sevdiğim üç siyah elbisemi, bir kot pantalonumu, bir hırkamı, iki kazağımı, mavi leğenimi, kırmızı yer minderimi, sarı kasemi ve fanus cam vazomu atmak zorunda kaldım..

- Sorduğum bunlar değil, cidden neler yaptın?

- Bir gece evimi su bastı, bir gece hırsız girdi. Kar yağdı yollar buz tuttu ve tam o anda kombim bozuldu, bir ay tamir olmadı, Allah seni inandırsın bildiğin dondum.. Çamaşır makinem kendini infilak etti, mutfak ve yatak odamın kablo döşemesi koptu ki biliyorsun geriye sadece bir oda kalır..

- Nedir şimdi bütün bunlar?

- İki kişiyi sevdim bir de.. Birini biraz daha fazla sevdim sanırım.. Hatta aşık bile olabilirdim ona, belki de olmuşumdur, öyle sevdim yani.. Ama ani gelen bir kalp krizi gibi.. aniden birer krizle gittiler. Aaa pardon!.. Üç üç, evet üç kişiyi sevdim. Birisi sarışın, ikisi kumral ki bilirsin ben esmer severim normalde.. Biri korktu benden, biri sıkıldı sanırım.. Sahi diğeri neden gitmişti... Dünyanın bir çekim yasası var ya, işte o benden yana işlemiyor.

- Kendin için diyorum neler yaptın?

- Sen gitmeden az önceydi. Elektrik çarpması gibi gelmişti o aydınlanma.. Hani tam yanımda oturmuş çay içiyordun. Şeytanın el sürmesi gibi bir şey, ürpermiştim billahi.. Yüzüne baktım, dünyanın en harika gülüşüne şahit oldum ve o anda asılı kalmak istedim. Ama sen sabırsızdın, hemen diktin kafana, bitirdin çayı ve kalktın yanımdan.. Kapıdan çıkarken her zamanki gibi "var mı diyeceğin birşey" diye sordun. Hiç bir zaman olmazdı sen giderken diyecek birşeyim... Camdan baktım sana, gidişine... Köşede durdun bir an, bana bakıp el salladın, "hadi gir içeri" der gibi bir hareket yaptın. O kör noktaya girene kadar izledim seni. Camı kapadım, bende bir boğaz düğümlenmesi, camda bir belirsiz buğulanma.. O an anladım seni son görüşüm olduğunu, beni severken.. Aşk başka yola sapmıştı, sen uzaklaştın o yolda.. Uzaklaştı ve gitti sabah yanında uyanmanın huzuru, gülerek izlediğimiz filmler, kavgalar, kıskançlık krizleri, merdivendeki ayak seslerin, kokun, gözlerin, öfleyişin, kahvaltı sofralarımız, minderde uyuyakalmalarımız.. O mesaj geldi sonra.. ardından bir tane daha, bir mesaj ve bir tane daha.. Sonra herşey bitti..

- Ben..

- Kendim olmamaya söz verdim sonra. Kendimde derin bir sızı vardı, dayanılmaz. Başka yolu yoktu, terkettim. Ben ben değildim ve martılar vardı her yerde. Sen bir artıkçının kollarındaydın, benimse etrafımda çöplük kuşları uçuyordu. Kendim olmamaya söz verdim., kendimi martı çığlıklarında bıraktım.  Sonra avaz avaz bir hayata katıldım..

- Bir çığlığa hapseder mi insan kendini?

- Bir "selam"a, bir "nasılsın"a muhtaç etmektense..

- Anladım.

*********************************************************************************

En sevmediğim kelime.. Olur olmaz "anladım" demeyin bana.. Kal geliyor, tıkanıyorum, kendimi dış kapının dış mandalı, kibarlıktan ilgi gösterilmesi gereken bir aptal gibi hissediyorum, sonra kan beynime sıçrıyor absurtlaşıyorum. Anladım'mış.. Ne o öyle???

evcilleşmeye dair...


"Alışmak mı?" diye sordu küçük prens.. tilki devam etti:


“Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.”



"..beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.."


----

Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.

“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.

“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”

“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”

“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.

“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”

Ertesi gün küçük prens yine geldi.

“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim."

Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.

“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.

“Doğru, haklısın” dedi tilki.

“Ama ağlayacağını söyledin!”

“Evet, öyle.”

“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”

“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım.."


********

KÜÇÜK PRENS'TEN

Çarşamba, Nisan 7

sonra..



Durdum öyle..
Aslında hızlı olmak gerekiyordu. Nedenini keşfedemesem de, henüz adını koymasam, cismini tanımlayamasam da bildiğim tek şey bu.. Hızlı olmak gerekiyor. Ama ben duruyorum.

Cesaret gerekiyor bazen.. Buz gibi bir suyun içinde yürümek gibi, ucu bucağı görünmeyen bir denizde.. Hem göze alamadığın, hem gözünü alamadığın buz gibi suya kendini bırakmak gibi.. Cesaret gerekiyor, kendini o suda bulman gerekiyor, kapıyı ardından kapaman gerekiyor, gözlerinin içine bakabilmen gerekiyor.. Sanki daha önce boğulan sen değilmişsin gibi, canın hiç yanmamış gibi gözüpek hareket almak gerekiyor..

Yel değirmenleriyle savaştım.. Öyküsel ve yarı deli bir yalnızlıktı benimkisi. Camları, kapıları açık bırakıp korene tuttum kendimi. Rüzgarlar geçti içimden, fırtına, sel, kıyamet koptu..
Renkli bir yalnızlıktı benimkisi. Herkesin kaçış yolu benim dehlizlerimden geçiyordu. İpten tuzaklar kurup bekliyordum, her düşeni iyileştiriyordum..
Gözkamaştırıcı yanları vardı yalnızlığımın.. sayfalarca anı biriktirdim..
Sonunda aniden elimde hikaye kitabımla kapıya kondum.. hemen senin yanına..

Duruyorum.. bir defne yaprağının havada süzülmesi kadar ancak hareketlerim.. Oysa hızlı olmak gerek...
Cesaret aşka değebilmekte.. sana dokunabilmekte..
Tam burada, yel değirmenlerine arkanı dönerek.. onların kocaman kollarından uzakta.. serin sularına kendini bırakmakta.. Cesaret, vücudunun sol tarafına yerleşip gözlerini kapayabilmekte..
Sevgiyle..