Cumartesi, Ekim 30

sibel ve seda'ya..



Şimdi en çok nerede olmak isterdim..
Ya Sibel'in ya da Seda'nın yanında.. Hatta keşke birarada olabilsek..
Biri Ankara'da biri Amerika'da.. Biri çocuk bekliyor, biri evlenmeyi..
Hayatımın en temiz ve asla kirlenmeyecek iki insanı..
Gitsem bana kendi yataklarını verip yerde yatarlar. Sabah kahvemi, sigaramı ve gün boyu içeceğim ice tea şeftalimi stoklarlar evlerinde.. Benim seveceğim filmeleri alıp, benim dinleyeceğim şarkıları hemen playlistlerine taşırlar. En sevdiğim yemekleri hazırlarlar, ben geliyorum diye..
Hiç yazasım yok bugünlerde. Sadece çok özledim kızları odur diyeceğim..

*********************************************************************************

Özen'i aldatmıştım. Herkes nasıl bir pislik olduğumu konuşuyordu. Özen bunu haketmiyordu, ne olursa olsun o iyi çocuktu. Öğrenci evimizde suratıma kapılar kapanıyordu, yargısız infazlardaydım. O iyi çocuğu satıp boktan bir herife aşık olmuştum. Bütün paramla içip sabahlara kadar sarhoş konuşması yapıyordum. Öğrenci harçlığını çıkarmak için sabahın köründe kalkıp garsonluk, bulaşıkçılık, aşçılık yapan Sibel kızım uykusuz beni dinler, bir de cebime para koyar öyle giderdi işine.
Uzun yürüyüşlere ihtiyacım vardı, nefes almaya. Sibel kızım benimle yürür, dönüşte de dondurma ısmarlardı bana. Hatta çok sevdiğim ama taşımaya üşendiğim karpuzu da o alır, koca yokuşta taşırdı. Bak yoğurt ta aldım sana derdi, yoğurtsuz yemek yiyemediğimi bilip te bilmemezlikten gelmezdi yani. Çok kral kızdı, kötü gün dostuydu, her eve lazımdı..

Şimşek beni eve postalamıştı. Gitmem diye şüpheye düşüp atmıştı arabasına bavulumla beni, eve kadar bırakmıştı. O iki buçuk saatlik yol nasıl geçmişti on dakikada bilemem hala. Seda açmıştı kapıyı.. Ne dedi bilmiyorum ama Seda'ya emanet etmişti beni. İyi de yapmış. Hoş yarım saat sonra dönüp beni geri almıştı, ben de sensiz yapamam diye duygusal bir girişle beni alıp geri götürmüştü, bavulumla.. Ama o yarım saati Seda'yla geçirmek mühimdi abicim, öyle böyle değil.. Ömrümün yarısı gibiydi.
Öyle bir dosttur ki Seda, hani hasta olsan Edirne'nin o kara kışında gecenin bir vakti demez üşenmez, üşümez kalkar gider uzaktaki evinden balını, sütünü, elektirikli sobasını getirir sen iyileşene kadar da gitmez başından.. Yemeğini yapar, kahveni hazırlar, filmini koyar da öyle uyandırır seni..
Sınavın vardır, sen uyursun o senin için gidip notlarını alır getirir de sen uyandığında çalışmazsan eşeksin.
Temizlik yapmayla sıkıntılı olduğun zamanlarda odanın kapısına siler temizler.. öyle bir kızdır lan işte, şahanedir.

*********************************************************************************

Bir tane bardağınının bulaşığını ev arkadaşlarının ayırdığı bir hayattan bahsediyorum.. Yoğurt çok pahallıya geliyor, her alışverişte yoğurt almayalım, sen istiyorsan kendine özel yoğurt al diye ev arkadaşlarının üç kuruş hesabıyla göbeklerini çatlattıkları günler.. O buzdolabı senindir, ama her rafı ev arkadaşlarının kişisel alışverişleriyle paylaşılmış durumdadır. Sen çay içmiyorsun ziyan etme, kahve pahallı, günde 8 bardak içme, içeceksen kendine ayrı kahve al diye uyarılara maruz kaldığın dönemdir. Çamaşır makinası senindir de iki haftada bir kullanma hakkın vardır. Köpeğine hergün et yediriyorsun diye hor görüldüğün bir hayattır, kendin aldığın halde.. Hani iki gün üst üste banyo yapsan kıyamet kopar, çok para gidiyor diye.. Bilgisayarının elektirk faturasına yansıması fazla olur diye payına düşenin iki katını ödediğin günler..
Param vardı, huzurum yoktu kardeşim.. Her haltı ben öderim tamam diye üstlenirdim.. Hem soyup soğana çevirirlerdi hem de iki dakika susmazlardı.
O boktan günlerde siz ne bulunmaz insanlardınız Sibel ve Seda.. ve biz ne mutluyduk o pembe apartmanda.. Kıymetinizi en iyi ben bilirim.. Bildim mi lan.. bildim di mi??
Çok özledim lan :/

Salı, Ekim 19

salik..


Çatlak iç sesim ortalıkta gözükmüyordu.. Son zamanlarda gel gitlerimden başı çok ağrıdığı için, akşamları erken yatıyordu.
Hijyenik iç sesim su baskının izlerini yok etmeye çalışırken yuttuğu ciflerden hasta düşmüş, ateşler içinde yatıyordu..
Lezzetli iç sesim, son birkaç aydır yemek yapma boykotunda olduğundan dolayı akşamları dışardan sipariş ettiğimiz yemeklerden şişiyor, akşamları erkenden mide fesatı bir uykuya yenik düşüyordu.
Feylesof iç sesimi mantık dışı hareketlerim çok yoruyordu. Emekçi iş sesimi de yoğun iş tempom nerdeyse bitirmişti. Akşamları eve girer girmez ikisi de ertesi güne hazır durabilmek için erkenden sızıyorlardı..
Bütün hatunlarım uyuyordu.. Bir tek ben kalmıştım, bir de dervişe iç sesim..
Sahi.. dervişe hatunu hiç uyurken görmemiştim. Son zamanlarda kendisiyle en ufak bir alakam kalmadığından dolayı bana biraz kırgın olduğunu seziyordum.. Ama yanılmışım, onun dilinde küsmek diye birşey yokmuş meğer.. Açılmayı bekleyen mektuplar gibi, paketinde bana sözcükler biriktiriyormuş..

Deli'nin delisi'ydin bir zamanlar. Şems'in nurundan gözlerin kör olmuş, Aşiki'nin mırıltısından kulakların tıkanmıştı.. Vara yoğa yakıyordun kendini.. Kendini yaka yaka sedeften bir Tin'e ermiştin. Aşk'ı içinde harmanlayıp, ateşini o Nefes'e vermiştin.. O nefes ne nefis bir irfandı..
Aşk.. Aşk şimdi sana nasıl yavan, nasıl kuru bir kelime.. Ahh benim salik kızım.. hakikati yanlış anladın. Sen aşka sahip olmaya çabaladın, oysaki O'nda kaybolmaktı aşk..
Tek'tin, Tek'ildin, Bir'din.. sonra bize erdin.. İçindeki kalabalığı O'na adadın. Adandınkça sebep aradın, sorgusuz sualsiz vermekti Aşk.. Ahh benim salik kızım.. hakikati yanlış anladın. Sebeplerdir seni ıssızlaştıran, ateşini söndüren.. alev alev yanarken kurudun kaldın.. Aşk üzerine yazılmış, kül karası bir satır oldun..

Zihnim bana yine oyun oynamıştı. Dervişe Hatun'u da o aşkla birlikte kaldırıp atmıştım kenara, unutmuştum. Aşk unutulur mu? Evet!. Geleceğin hesabını tutmaya başladığımda, aklımdan silip atmaya başlamışım meğer.. Unutmuşum o baş dönmelerini, beni derin derin nefes almaya iten o yakışları. İçimi tetikleyen o Sır'rı.
Hani ben artık Yol'dan çıkmıştım.. Hani doğaçlamalara çalıyordu hayatım.. Hani kıskıvrak yakalanmıştım, ruhumu vermiştim o taşkınlığa.. Hani?..

O taşkınlığın ruhunu ele geçirmesi nasıl lezzetliydi hatırlıyor musun? Aşk akıl dışıydı, sen aklın kurallarına uydun.. Bin gün cihanı ateşe verip, sizi tutuşturup, bir günde silip attın. Ahh benim salik kızım sen ne yaptın?

Geleceğimi kurgular olmuştum.. Hatırlıyorum.. Nerden tutsam tutturamıyordum. Bir zamanlar aşık olduğum o taşkınlık durulsun istedim. Bundan seneler sonrasının hesabını çıkardığımda kendimi bir yerde göremeyince korktum. Karışık zamanlardı.. Korktum!..

Geleceği geçmişi yoktur aşkın. Kocaman bir hiçlik yerleşir hayatına. Cebiri var mıdır ömrün.. Aklı var mıdır o zarif duygunun? Yanmalı, kaynamalı, buhar olup uçmalıydın. Olmalıydın kocaman bir hiç.. Ahh benim salik kızım.. Aşk ile mest olurken.. Sen ne yaptın?..

Pazartesi, Ekim 18

ıslak pazartesiler..


Düşlerim su alıyor diye yazmıştım dün gece.. Hayattan bir tıpa talep etmiştim.
Şimdi bak sen şu evrenin gücüne.. Başka malzemesi yok sanırım bu sıralar, benimle uğraşıyor. Sen koskoca kuantumu yönet, sonra gel minik kartondan evinde uyuyan ahu'yu hallet afedersin..
Üç saatlik uykumdan, yataktan sökülme ritüelimle uyandım. Banyoya doğru yürürken ayaklarım ıslanınca bir gariplik olduğunu sezmiştim aslında ama yüzümü yıkamadan uyanamayanlardanım.. Suyu takip edince mutfak lavabomun borusunun patladığını keşfettim. Ben uyurken, evim suyla dolmuştu.. Üstelik pazartesiydi, bir sürü iş demekti, acilen ofise gidip her halta yetişmek demekti.. Film donar, fiş çekilir, içten bir çığlıkla güne başlarsın..

Bütün bunların üstüne vanam da bozulmuş olmasaydı belki daha metanetli davranabilirdim.. Ama balkona çıkıp yandaki inşaatta çalışan adamlardan yardım istemek zorunda kaldım. Sağolsunlar gelip vanamı kapattılar ve tesisatçılarını çağırdılar. Tabiki tesisatçı süpermen gibi birşey değildi, gelmesi saatleri buldu. Bu arada ben bir bornozu ve iki havluyu çöp ettim.

Bir de hay bin telefon yahu.. Hiç mi halden anlamaz, işledi resmen.. Ben paçaları sıvamış, saçları bantlamış yerlerde sürünürken önce bir basın gezisinin üç günlük programının üstünden geçtim..Sonra netleşen detayları sevgili müşterimle paylaştım. Yeni revizeleri vardı, yok konuşmacının geliş gidiş tarihleri değişmiş yok acaba tura şöyle mi başlasaymışım, yok daha geç bir uçuş yok muymuş.. Acaba kanat takıp popoma ben uçurabilir miymişim grubu.. Yok annem olmuyor öyle, olsa ayıpsınız yani billahi yapardım, yeterki sorun çözülsün.. Öyleyim ben, sorun çözülsün ancak öyle yaşayabilenlerdenim.
Ben hala yerdeyim, fıtığım yerinden oynamış, hönküre hönküre yer silerken bu sefer dernekten aradılar. Sen git pazartesi sabahı yönetim kuruşu toplan ve ahu'yu ara.. Olacak iş değil. Dokuz tane gayet mühim şahışlar hoparlörden beni dinliyorlar. Benim içime cif kaçmış afedersiniz, dolapların içi su içinde yüzüyor ben operasyon brifi veriyorum.
Oteller arıyor peş peşe, yeni hafta ya hepsi opsiyon peşinde.. ben bir cinnetin kıyısında. Bildiğin yüzüyorum diyorum birisine.. Çok yoğunsun biliyorum ama diyor, yok yok suda yüzüyorum diyorum.. Acıyor halime iki saniye, sonra hemen devam ediyor, yüzüyorsun biliyorum ama grubun durumu nedir..
Tesisatçı amca idareten bir yama yapıyor boruya, bak ama değişmesi lazım bunun ihmal etme diyerek gidiyor, beni tekrar korkusuyla başbaşa bırakıyor. Hemen giyinip ofise koşuyorum. O telefon hiç durmuyor.. Sanırsın ben dünyayı kurtarıyorum, nasa'da çalışıyorum, çekirdeğe ineceğim, ben olmazsam çocuklar öksüz kalacak.. herkes ağlamaklı bir ses tonuyla hemen çok acil isteklerde bulunuyor.. İçime içime ağlıyorum, biraz da başım dönüyor.
Ofise gidince değişen birşey yok. İki saat içinde hazırlanması gereken bir teklif bekliyor beni. Detay yok, işte bir gün bir toplantı organizasyonu yapacağız Antalyada bize fiyatlarınızı gönderir misiniz ahu hanımcığım. Lan ne zaman, nerede, kaç kişi, ne toplantısı, kalacak mı bu adamlar, onlar adam mı, amacınız nedir sizin.. Hazırlıyorum yine de.. Bir istek daha ardından, bu haftasonu bir toplantı yemek organizasyonumuz var, siz yapıyorsunuz.. Benim niye haberim yok lan.. demiyorum tabi bunu, tabiki de yaparız diyorum.. Bu arada bu haftasonu dört farklı şehirde organizasyonum var, muntazam bir şekilde kaç eşit parçaya bölünebilme yeteneğim var henüz bilmiyorum. Neyseki iş arkadaşlarım ve ben sanki çoklu doğmuşuz gibi hareket etme yeteneğine sahip insanlarız. Mantık çerçevesi içinde muntazam dağılıyoruz, çok ta gülüyoruz.

Aklıma Musa geliyor. Beni üç senedir hiç aksatmadan sabahları köşede bekleyen Musa. Hayır öyle şahane bir tip te değilim. Bildiğim tombik, sırıtık suratlı bir kızım nihayetinde. Ama Musa için dünyanın en beklemeye değer insanıyım.. İşin yok Musa, ne tür bir manyaksın acaba sen diyorum.. Sonra olur mu lan herif beni Godot yaptı, bekliyor, kıyamammm diyorum.. İki hafta önce adımı öğrendi, düşün üç yıldır çabalar daha yeni adımı öğrendi. Nişanlıyım ben demiştim ona, yok canım o kadar da değil demişti bana. Her yerimden solo hayat akıyor, yemedi tabi Musa.. o derece yani.
Karar veriyorum, sabah diyeceğimki bak Musa böyle böyle, senin dükkan eve yakın, benim ofis deniz aşırı, hatta benim bavul sürekli hazırdır.. biz evlenelim, sen evle ilgilen, bak daha borular değişecek, evin boyası da geldi geçiyor, daha aldığım aynaları monte edemedim süslü süslü, billahi baş edemeyeceğim ben, sen uğraş.. Bir de kablo sorunum var benim, evin heryerinden kablolar geçiyor, ona da bir çözüm bul be Musa..
Musa'yla evleneceğiz. Bir çift çocuğumuz olacak.. Bizim mahalle mektebine yazdırırız çocukları, bütün gün parkta oynarlar. hem Musa'nın dükkan parkın dibinde, babalarının gözleri hep üstlerinde olur..
Ben kışları eve geç gelirim. Çoğu zaman şehir dışında olurum.. Musa kendisine çıtır bir metres tutar. Hatta ben yokken evi ona temizletir falan.. Çocuklarım, anne diye ona sarılırlar.. Ben kavga çıkartırım, kadın olsaydın da dursaydın evinde diye bağırır bana Musa.. iki tane de tokat yerleştirir.. Çocuklar ağlar..

Velhasıl kelam.. Bütün bu kabusu yaşamamak için taşınmaya karar verdim. Artık Anadolu yakalı olacağım. Kendime yepyeni bir binadan ev bulacağım. Dört bir yana haber saldım. Şöyle ofisime de yürüme mesafesinde sıcak bir yuva kurmaya niyetliyim, yine solo olaraktan. Tebdili mekanda ferahlık varmış a dostlar.
Kolilemeye beklerim canlarım..

Pazar, Ekim 17

gün.. bugün.



İtiraf ediyorum yağmurla aram pek iyi değil..
Yine itiraf ediyorum yağmur sonrası toprak kokusuna bayılıyorum. Meyyalim artıyor doğaya.. Kendimi parklara atıyorum.

Öylesine bir gündü bu gün yine.. Geç uyanılmış bir pazardı..
Yataktan çıkıp koltuğa uzandım. İki film birdendi yine..
Film zehirlenmesi yaşıyor olmalıyım.. Son filmin bitişine yakın uyuyakalmışım.. Xavier diye bir sevgilim varmış meğersem.. Şahane bir çocuktu. Esmer, kıvır kıvır saçları vardı. Yağmur yağıyordu ve sevgili Xavier anlam veremediğim bir şekilde beyaz bir atletle dolaşıyordu. Zehirlenme buydu, çocuk Fransız ama huyu Türk. Göle piknik yapmaya gitmişiz, göl dediğim de büyük bir havuz aslında, ortasında kulaklarından su fışkırtan heykeller var.. "Ne saçma değil mi Xavier" diyorum, gülüyor "olur mu Osmanlı mimarisinin en iyi eserlerinden bence" diyor.. Bence Xavier manyak, ama güldü mü dudakları martı gibi oluyor, seviyorum ben de.. Böyleyim ben.. Çirkin gülen adamı sevmem, ama kendisi çirkin gülüşü güzel adama oldum bittim bayılmışımdır. Her an bir süpriz yapıp, büyülü gülümsemeyle güzelleşirler ya.. neyse..

Çıktım dışarı.. Starbuckstan son zamanlarda takıntılı olduğum kahvemi alıp sahile indim. En güzel manzaralı banka yerleşip kitap okudum biraz. Bir an İzmir'e gittim geldim, sanırsın Alsancak iskelesindeyim.. Sonra baktım gayet Kadıköy iskelesinin yanındayım ve bizim çöpçü martıların çığlıkları bunlar.. Kendime döndüm..
Aklıma aniden gelmiş gibi kalktım ve saçlarımı kestirmeye gittim. Kuaföre "uçlarından azcık, ama cidden azcık lütfen" falan diye ağlama efektiye tarif verdim. İlk defa istediğim miktarda kesen bir kuaför buldum, onu sevdim.. Bunu kendisine de söyleyecektim ama ne gereği vardı, uzatmadan çıktım.
Eve dönerken parkta oturdum biraz.. Bu sefer okumadan kendimi İzmir'de sandım. Ömer Çavuş kahvesine nazırdım sanki.. En yakın arkadaşım Nurhayat'mış.. Bu kez bir çocuk sesiyle kendime döndüm. Bir paket sigara ve buzlu çay alarak eve döndüm.

Bir film daha izledim.. Ardından filmin müziklerini dinleyip biraz daha sindirdim.
İçimde boktan bir boşluk duygusu.. Müzik, film, kitaplar tıkamaya yetmiyor. Gittikçe su alıyor düşlerim. Artık bir tıpa istiyorum.



aptal aşıktım ben de bir zamanlar..


Kara kıştı.. Hayatımın en soğuk günleriydi. Bunalımların en iticisini yaşıyordum. Uyuyamıyordum, doktor bir kaç ilaç yazmıştı ama faydasızdı..
Ev arkadaşımla bir lokantada kendimize lüks yapmış akşam yemeği yiyorduk. Doktorun tavsiyelerinden biriydi, okula gittiğim zamanların dışında bir işe girip çalışmamı ve kendimi iyice yormamı önermişti. O gün bir gazetede çalışmaya başlamıştım. Sanırım onu kutluyorduk, yoksa öğrenciydik.. kolay kolay öyle pahallı lokantalara gitmezdik.
Karşı masada oturuyordu, yüzü bize dönüktü.. Aslında yüzü kız arkadaşına dönüktü ama biz bize dönük diye seviniyorduk. Ona bakmak insanı mutlu ediyordu. Çünkü nasıl desem.. hayvan gibi yakışıklıydı lan işte, anlayın yormayın beni tariflerle.. Ev arkadaşım heyecanla anlatıyordu, "ahu bak bu da gazeteci hani sana bahsettiğim çocuk bu işte.. belki çalışma ortamında karşılaşırsınız.. ayy ahu çook yakışıklı değil mi.. kızım benim şimdi hayatımda cücü olmasa ben kesin buna aşık olurdum..."
Sevgilimden ayrılmaya karar vermiştim.. "Olmuyor ama böyle, ben artık seni kardeşim gibi falan seviyorum" diye bir açıklamayla girmiştim konuya.. Kabul etmedi. "Çık bu gece arkadaşlarınla , gez dolaş, iç eğlen.. Bak geçecek hepsi, bizimki gibi uzun ilişkilerde olur böyle.. " diyerek beni kızlarla gece hayatına sürükledi. Allah benim bin belamı versinki çıktım o gece kızlarla dışarı. İşte benim hayatımın kırılma noktası!.. Bok vardı sıkılırsın, yabancılaşırsın, kardeşin gibi görürsün hayatının en kusursuz insanını.. Hayat bana hala o günün cezasını ödetiyor.

Kızlarla rock bardayız ve ben ağır rakı içiyorum. Barda tek rakı içen benim hatta.. Masamıza bir çocuk dadanmış, sürekli gelip tanışmak istiyor. Bir yandan ağlayıp bir yandan bin küfürle bunu kovuyorum. Tuvalete gidiyorum peşimden geliyor lavuk.. Bardağı kırıp poposuna geçireceğim falan, o derece sinirliyim. Sonra bu geliyor.. (Az önce telefonda konuştuk çakma koraysın sen dedim, kargonun korayının tıpkısının aynısı hatta daha yakışıklısı.. ama içim el vermedi.. mmm diyeceğim, baktın mı "mmm" dedirtecek bir tipti kendisi zira.). Arkadaş çok alkollü, kusura bakmayın, bir terbiyesizliği olduysa özür dilerim dedi Mmm. İnsan ona kızamıyor. Öyle bir suratı var işte, daha o an anlamıştım ne yaparsa yapsın ona asla kızamayacağımı..
Sabah eve döndüğümde artık bitmiştik. İkna etmeye çalışmadı bu sefer beni, konuşmadan gitti dersine sevgili.. Ondan sonra da hiç doğru düzgün konuşamadık zaten. Artık hayatımın bir kırılma noktası vardı, Mmm hayatımın uzun süre öznesi olacaktı.

Bir gün yine aynı bardayız kızlarla.. Mmm geldi, selam verip geçti. Aslında kaçacaktı ama arkadaşları tuttu bunu, kaldı. Yeni ayrıldığım sevgili de barda, başka masada. Bu bir ara yanıma gelip telefonumu istiyor. Öyle bir zamanlama hatası yapıyorki.. Mmm o sırada tam yanımızda nedense.. Telefonu veriyorum, bir kızı arayacak, bana aşkın misillemesini yapacaktı, hem de benim telefonumla. Hoş benim umrumda değil, aman arasın bulsun bir kız da hafif geçsin niyetindeyim. O telefonla konuşurken Mmm gelip yanıma oturuyor "yanlış mı anladım yoksa senden bir kızı aramak için telefonunu mu istedi diyor".. Film burada kopuyor. Mmm bunun çok adice bir hareket olduğunu düşünüp, alkolün de verdiği etkiyle deliye dönüyor. Bıraksam dövecek benim eski sevgiliyi.. Eski sevgili de suçsuz aslında, ya da suçlu da benim o sırada aklımda sadece Mmm olduğundan benim umrumda değil yani.. Ama başka yolu yok ya ordan Mmm'ı çıkartacağım ya da bunlar birbirlerine girecekler. Çıkıyoruz.. Elimden tutuyor koşmaya başlıyoruz. Bir amacımız yok, neden koştuk hala bilmem. Ama hayatımın en güzel koşusuydu. Sokakalarda deli gibi koşuyoruz biz bununla.. Merdivenlerden atlıyoruz, ara yollara giriyoruz, bazen belimden tutup beni çekiyor. Ben aşık oluyorum..
Evinin anahtarını verdi bana, köşeyi dön, ordaki pembe ev, hemen gir içeri, ben birşeyler yapıp geleceğim dedi. Ulan ne yapacak, ben ne yapacağım onun evinde.. Arkasına bakmadan koştu gitti.. Köşeyi döndüm bütün evler pembe.. Gecenin bir vakti, insanların camlarından bakıyorum, içerde birisi var mı, hangi ev doğru falan diye.. Yanında matbaa olan, pembe bir ev gördüm sonra, hani gazeteci ya ordan saçma bir bağlantı kurup eve girdim. Doğruymuş, onun eviymiş. Salonun duvarında eşşek gibi o akşam yemek yediği kızın resmi.. Ne işim var benim burda, gelsin ben giderim diye düşünüyorum. Geldi, elinde nerdeyse bir bar açmaya yetecek kadar içkiyle.. Mümkün değil, bu gece evine gidemezsin.. o çocuk kesin arıza çıkartır sana birşeyler yapar dedi. O çocuk dediği üç yıllık sevgilimdi, midem bulanmıştı o çocuk lafından. Kendimden bile iyi tanıyordum sevgiliyi, bana hayatta ufacık kötü birşey yapamayacak kadar severdi beni. Ama kaldım yine de.. Bana babaannesini geceliğini verdi. Öyle böyle bir gecelik değil, hayatımda hiç o kadar seksi bir gecelik giymişliğim yoktur benim. Açık saçık birşey değil ama tarzı öyle, kumaşı, üstünde süzülüşü.. Birkaç yıl önce ölmüş babaannesi, hala bence bu evde falan diyor.. onun odasında kalacaksın diyor.. Bir yandan da ödüm kopuyor. Mmm manyak çıkmıştı, ama nedense ondan değil de babaannesinden korkuyordum. Kapıyı kilitle ve asla o odadan çıkma diye uyardı beni. İçeride öyle salak gibi dünyanın en seksi geceliğiyle uyudum kaldım.. Sabah gümbür gümbür yıkılan kapıyla uyandım. Sevgilisi gelmiş, avaz avaz kim o kız diye bağırıyor, Mmm kızı evden çıkarmaya çalışıyor.. Kız bütün evi yıktı nerdeyse.. Ulan açsam kapıyı, o geceliği görse hayatta inanmaz aramızda bir halt olmadığına.. Üstümü değiştireyim desem, kız deli kıracak kapıyı, beni çıplak falan görse o da başka bir olay.. İşte ne yapacağımı bilemediğim en büyük an.. Yatağa girip yorganı üstüme çektim ve geçmesini bekledim..
Mmm o gün sevgilisinden ayrıldı. Kızın resmini duvardan söküp attı. Geldi yanıma, ben ağlıyorum "yaa nolacak şimdi böyle, kız seni terk mi etti yani benim yüzümden, ben eve de gitmedim dün gece şimdi herkes yanlış anlayıp benden nefret edecek" diye.. Tuttu elimi, bundan sonra kimseden sana zarar gelmeyecek, söz veriyorum sana.. başta ben olmak üzere kimse senin kılına zarar veremeyecek dedi.. O kadar inandım ve güçlü hissettim ki o an kendimi.. hala o güçle idame ettiririm hayatımı.
İki kış geçirdik birlikte. Anlatmaya kalksam ansiklopedilere sığmayacak iki kış. Birlikte yaşadık, hep birlikteydik.. Ama sevgili değildik. Birlikte yer, içer, dans eder, şarkı söyler, film seyreder ve uyurduk. Ama sadece uyurduk, hani öyle şehvetli şeyler yoktu aramızda. Sadece ben ona aşıktım o da beni severdi, birbirmize ihtiyacımız vardı falan gibi hikayeler.. Herkes bizi sevgili sanırdı, kimseye de bir açıklama yapmazdık.. Ne yaşadığımızı biz de bilmezdik, arkadaş olmadığımız kadar sevgili de değildik işte.
Mesela, doğumgünümde bana bir şiir yazıp hediye etmişti, ben ölmüştüm.. Aşk şiiriydi üstelik, ama sanırım bana yazılmamıştı işte sadece hediye edilmişti gibi..
Dünyanın en zor insanıydı. Kesinlikle ayık dolaşmazdı ve her günümüz ayrı bir maceraydı. Uyku haplarını falan atmıştım. Yanında deliksiz uyuyordum. Sabahları elimde bir gülle uyanıyordum bazen.. Mum ışığında oturur sarılırdık, o dayanmak için sarılırdı, bense aşkla sokulurdum.. Anlardı aslında, deliler gibi gülerdi halimize.. "Hayır, ben seni asla kaybetmeyeceğim, hayatımda hep ol istiyorum, seninle sevgili olmayacağız, ama seninle herşey olacağız" derdi.. Küçüktüm, salaktım, inanırdım, daha çok aşık olurdum.
Bir sabah beni erkenden uyandırmıştı. Ağzında gülle karşımda duruyordu. Öptü yanaklarımdan, hadi kahvaltıyı hazırla ben de ekmek alıp geleyim dedi, uzun uzun sarıldı gitti. Ben kahvaltı sofrasında tam iki gün bekledim. Öyleydi o, hani şu hiçbir sözüne güven olmayacak tiplerdendi..Serserinin, beş para etmez herifin tekiydi, ama ruhumu tıka basa doyururyordu ve çok yakışıklıydı, bütün artistlerden daha yakışıklı..
Birlikte ilk dövmelerimizi yaptırmıştık. Kedisinin doğum yaptığı gündü. Ben kedi dövmesi yaptırmıştım, o deniz atı. Sonra kedilerini bana bırakıp gitti. Birkaç ay annesinin aynında olacaktı. Benim de ailemin yanına dönmem gerekti mağlum yaz gelmişti, oku tatildi. Bunun bir arkadaşına kedilere bakması için para ve anahtar verip gittim. Bu arkadaş ta parayı alıp kız arkadaşıyla sahil tarafına basıp gitmiş. Hayatımın en büyük kabusu. Kedilerin hepsi açlıktan çığlık çığlığa evde ölmüşler. Üstünden yıllar geçse de hala uykularuımı kaçıran bu hadiseyi Mmm'a nasıl açıklayabileceğim de ayrı bir dertti. Eve dönmüştüm, şehre dönmüştü.. Deliler gibi içmiş kapıma dayanmıştı. Kedilerin katili olarak beni gözüne kestirmişti. Ben yerlere yatmış ağlıyordum, o bana deliler gibi saldırıyordu. Hiç bir şey anlatamıyordum.. Gözü dönmüştü, beni dinlemiyordu.. "O kedilerin hesabını vereceksin, seni öldürmemem için bir mucize olması lazım" diyerek kapıyı açtı gidiyordu.. Kapıda bir kedi vardı. işte benim mucizem.. O gün o beni ya da ben kendimi öldürmediysem sebebi kapıda duran kedidir. Ne olduğunu anlamadan bize saftirik saftirik bakan sarı tüylü bir sokak kedisi..
O gün barıştık.. ama asla eskisi gibi olamadık. aramızda ölü beş tane kedi vardı ve o hala beni suçluyordu. Yine annesinin yanına gitme vakti gelmişti.. Gitmişti, beni bir kez bile aramamıştı. Hayatın en kötü günleriydi. Tatile çıkıyordum aklım hep onda, otel odasından çıkamıyordum. Sürekli ağlama hali, alkolsüz gün geçirememe sendromları.. Onu deliler gibi geri istiyordum.. Arkadaş olarak ya da her neyse o olarak değil.. Artık hayatımın merkezi olarak istiyordum. Babam beni kesin kesecekti, annem düşüp bayılacaktı onu tanıyınca.. Ama olsundu, ben ona aşıktım ve onsuz dünyanın en çekilmez, en berbat insanıydım. O bildiğin alkolik, serseri, asla çalışmayan, asla güvenilmez birisiydi.. Ama hiç önemi yoktu.. Aramadı..
Aylar sonra geldi. Benim artık kaskatı kesildiğim bir dönemde.. Ruhum da yoktu, kalbim de.. Hepsini, ideal bir adama kilitlemiştim. Mmm'ı kendimi kese kese hayatımdan çıkartıp atmıştım. Psikiyatristler, uykusuzluk nöbetleri, haplar, alkol.. Geldiğinde bambaşka birisini buldu karşısında.. Ayakta duramayacak kadar sarhoştu. Cebinden bir altın kolye çıkartıp boynuma taktı, seninle evleneceğiz dedi. İşte ilk kez o gün öptü beni. Onu öpmek nasıl birşeydir diye hayal ettiğim iki yılın sonunda.. bir şişe viski içmek gibi birşeymiş onu öğrendim. Sonra itip, bağıra çağıra çıkardım onu evden.. Son görüşümdü..

Yıllar sonra o şehre tekrar gittiğimde yine aynı bara uğradım. Haberini aldım. Askerden kaçtığı için hapse girmişti ama sonrasını bilmiyoruz dediler. Gece 3'te evine gittim. O yoktu, yandaki matbaaya girdim sordum, onlar da bilmiyorlardı. Pembe evin önüne çöküp sabaha kadar ağladım.. Sanırım ilk kez o gün dua ettim, yaşıyor olması için, iyi olması için, bir yerlerde tam o an gülümsemesi için..

Yine yıllar geçti.. Facebook teranesi çıktı. Aklıma ona bakmak geldi ve buldum. Yıllar öncesinin o pembe evinde bir fotografı vardı, gülümsüyordu. Dayanamadım yazdım.. Hemen cevap geleceğini aklıma bile getirmeden. Beş yıllık askerliğinin bitmesine bir ayı kalmış, aradı konuştuk.. Geleceği hiç aklıma gelmeden..
Askerden bana döndü. Önce annesine uğradı sonra çantasıyla bana geldi. İdeal sevgilimden ayrılalı birkaç olmuştu. Altı yıl boyunca onunla mıydın diye şaşırdı önce sonra çok ta üstüne düşmedi.
Hayat bizi yine bir araya getirmişti.. Kaldığımız yerden değil, bu sefer hadi ama kandırmayalım birbirimizi biz sevgiliyiz diyerek başlamıştık hadiseye.. Bu dünyanın en mutlu insanı bendim. Hergün birlikteydik yine.. Yemekler yapıyorduk, sabahlara kadar konuşuyor, oyun oynuyor, uzun uzun öpüşüyor, şarap içiyorsuk.. Romantiktik, aşıktık.. Bir sürü sorunumuz vardı ama yine de kurtarıyorduk her günü, iyiydik..
Geleceğimize dair daha ciddi kararlar almaya başlamıştık. Bir gün, bir arkadaş ziyaretine gitmeden önce bana evlenelim demişti, hemen pazartesi günü evlenelim demişti.. Pazartesi evlenmedik, ama öyleydik işte, her an herşey olabilirdik.. Mmm şehrine geri dönüp hukuksal sorunlarını halledecek, gazeteye tekrar başlayıp yeni bir hayat kuracaktı ve evlenecektik.. Hala çok yakışıklıydı, bütün arkadaşlarım gönderme bu çocuğu yerler billahi onu orda diye uyarıyorlardı beni.. Ben gülüp geçiyordum, bizim kocaman tarihimizi kim ele geçirebilir saçmalayın diyerek deli cesaretiyle gönderdim onu.
Doğumgününde televizyon almıştım misal, sonra yatak odamızda kullanırız diyordum.. Hani yatak odasına televizyon sokmam diyen hatunlardan değildim, yatarak film izlemeyi çok seviyorduk ikimizde.. Hem artık yavaş yavaş evin eşyalarını da alırız böylelikle diye düşünüyordum. Mutfak robotları, tabak, tencere zulalamaya başlamıştım.. Kadınsı iç güdülerim beni ele geçirmişti. Ben de o şehre yerleşeceğim, acaba öğretmenlik mi yapsam orada falan diye düşünürken o kıvırmaya başlamıştı bile.. "yok sen istanbulda yaşamaya devam edersin, çocuğumuzu annene bırakırız o ikimizin de orta noktası, haftanın bazı günleri orada buluşuruz, haftasonları da birlikte oluruz".. falan gibi salakça planlar yapıyordu. Fenası ben bütün bunları yiyordum..

Bayram tatiliydi.. Ağır içtiği için, uyanıp gelememişti İstanbula.. Ben gittim onun yanına. Evin heryerinden kadın eşyaları çıkıyordu.. Bozuntuya vermiyordum ki fena halde bozuktum. Ama yine de ne dese inanıyordum.. "bu parfüm çok güzel kokuyor, ahuşum bak ama kadın kokusu ne güzel değil mi, bizim çozuklardan birnin kız arkadaşının.. aaa terlikler de onun.. resimleri de bilmem kimin kız arkadaşı çizdi.. a bak bu küpe de o kızın işte, tüylü tüylü, ne güzel di mi ben duvarda dekor olarak kullanıyorum.." Hepsine inandım... Aklımın ucundan geçmiyordu beni aldatacağı, tamam yakışıklıydı, çok talep görürdü, ama onun umrunda olmazdı.. Bizim hayatımız, yaşadıklarımız, paylaştıklarımız.. Anlatsam ansiklopediye sığmaz.. Ben onun en boktan zamanınlarının yükünü sırtlanmıştım.. Yılların aşkı ve sadakati vardı.. Biz birlikte büyümüşüz.. herşeyden öte en iyi dostuydum onun. Bana yapmazdı.. Ama yaptı!.
Telefon çaldı, açtım.. Ömrüm boyunca unutmayacağım o ses, dünyanın en orospu tonuyla "sevgilim seni çok özledim ama ben" diyordu..Yanlış aradınız sanırım bu Mmm'ın telefonu dedim, sen de kimsin dedi bana kevaşe.. Sen de kimsin.. sahi ben de kimdim.. Gerisini pek hatırlamıyorum. Ama az önce teyit ettim güzel vurmuşum Mmm'a.. Evdeki her kadın ayrıntısını camdan attığımı hatırlıyorum.. O içeri girdiğinde ona deliler gibi saldırdığımı..
Sonra aklımın bir kısımı kayıp olarak yaşadım. Aklımın almadıklarını kesip attım. Yarı deli bir hayat sürdüm. Hala biraz aptalsam ve bu kadar güvensizsem hayata, hedefim Mmm'dır.. Kısmen iyileştirdiğim, ama her yağmurda sızlayan yaramdır..

Yine yıllar geçti.. Aylar sonra hastaneye yatmadan önce aramıştı beni.. O zamandan beri konuşuruz. İlk zamanlar sürekli kedisine küfür ederdi.. şimdi kız arkadaşlarını anlatıyor. Sanırım hiç yaşamayı beceremediğimiz arkadaşlığı yaşıyoruz şimdi. Bana yıllar yıllar önce dediği gibi ne olursa olsun beni kaybetmeyeceği bir yerde işte benim için ve ben de onu gerçekten seven ve hıyarlığı yüzünden kaçırdığı en doğru insanım..
Nerde bilmiyorum ama hep buralarda bir yerlerde işte ve hala hayvan gibi yakışıklı. ve ben içip içip dünyaya sövmek istediğim anlarda hep onu arayıp kendisine söverim. Henüz diyetini ödemediğini düşündüğünden her halime katlanıyor..

Sahi evlenseydik çocuğumuza annem mi bakacaktı.. ne saçma fikirlerin vardı lan senin Mmm!..

Pazartesi, Ekim 11

büyüdük mü?


Çocuktuk diye mi, yaşadığımız şehir sürekli Balkanlar'dan gelen soğuk hava dalgasının etkisinde kaldığı için diye mi yoksa üç oda bir salona iki soba az geldiğinden miydi bilmem, ama daha soğuk geçerdi kışlar. Hani bin yılın en soğuk kışı diyorlar ya bu mevsime, nisan ayında kar yağardı bizim ilçeye ve alabildiğine bozkırdı sokak araları..

Şimdi işten eve gelip, bütün enerjimizi kaybetmiş bir halde, televizyonda, sanal platformlarda ruh arıyoruz ya.. Eve kendimizi zor taşıyoruz ve bir akşam kahve içmek için arkadaşlarımızla dışarı çıktığımızda bütün haftamızın düzeni taa kökünden sarsılıyor ya.. Eli kolu dolu gelirdi her akşam babam eve.. Kasaba uğrar, ordan manava, ordan bakkala.. Aldıklarını anneme teslim edip kömürlüğe inerdi. Her zaman ben de yapışırdım paçasına, "baba nooolur ben de geleyim" diye yalvararak.. Çok sık hastalandığım için genelde sobaya en yakın köşe hep bana ayrılırdı, ağzıma burnuma kaçan tüylü tüylü hırkalar ve uzun yünlü çoraplarla yaşardım, hani şu kırmızı ya da lacivert sevimsiz olanlardan..
Kömür taşımak büyük işti, iki teneke kutunun içi dolduğunda yerinden oynatabilmem mümkün değilken babam birer kilo mandalina taşıyormuş gibi kolayca yapabilirdi bu işi. Bir de benim elimi tutardı, merdivenlerden çıkarken ışık kesilirse korkmayım diye.. "Neden senin elin bu kadar sıcak, sen erkeksin diye mi" derdim, "saftirik dişlek kızım benim, evet erkeğim diye" derdi. Dişlek dişlek gülerdim.. Beşinci kata gelene kadar tam üç kez kesilirdi apartmanın ışıkları, annem evin kapısını açık tutardı, bize ışık sızsın diye..
O zamanlar da sevmezdim öyle sofra kurmayı kaldırmayı.. Ben babamla haberleri seyrederdim, zaten evin en küçüğü olma kontenjanımdan yırtardım hep bu gibi işlerden. Annem ne zaman elime iki tabak tutuşturmaya kalksa "olmaz yarın öğretmen soracak mecliste neler oldu diye" kıvırır biraz da numaradan öksürüp kendimi acındırarak babamın yanına yerleşirdim.
Hiç değişmezdi, hava sıcaksa muhakkak yemekten sonra çaybahçesine giderdik annemlerle. Soğuk havalarda ise ya Nihat Amcalara giderdik, ya Yaşar Amcalara ya da Hüseyin Amcalara.. Adettendi, kimse evinde içmezdi çayını. Ben en çok Hüseyin Amcalar'a gitmeyi severdim, onun bilgisayarı vardı ve joystickle oynanan oyunları. Bir oda dolusu kitabı vardı Hüseyin Amca'nın, kendi yazdığı kitapları da vardı. O zamanların en fiyakalı fotoğraf makinası da ondaydı. Ablamlar gelmezdi, onlar büyüktü, mühim işleri vardı hep. Bense annemle babamın bir uzantısı gibi yaşardım ve hemen her gece misafir koltuklarında uyuyakalırdım.
Yürüyerek dönerdik eve.. Her yere yürürdük, kimsenin kilo problemi yoktu. Üşümezdim de öyle, annemin ördüğü hırka içimi ısıtırdı, babamın sıcacık elleri yüzüme kadar yakardı. Uyku sersemi güle güle yürürdüm aralarında.. Hep buz tutmuş olurdu yerler. Babam önce kendi kayar düşerdi, sonra annemi elinden kolundan çekiştirip düşürürdü.. Ben gülmekten yerlere düşerdim, "ağzını kapa dişlerin donacak" derdi babam, bir yandan ağzımı kapatıp bir yandan çişimi tuta tuta gülmeye devam ederdim.
Nasıl uzun ve değerliyse günler, eve dönüp film izlemeye bile vaktimiz olurdu. Ablamlar genelde odalarına çekilmiş olurdu, ertesi günkü önemli işlerini planlarlardı. Bense her zamanki gibi başım annemin göbeğinde, ayaklarım babamın kucağında, uykuya göz yumardım. Beni yatağıma taşırdı babam, ben her zamanki kararlılığımla "yok, yok ben bu gece sizinle uyayacağım" derdim. Bunu demişsem dönüşü yoktu, herkes bilirdi. Bir yolunu bulup, gerekirse ateşimi çıkartıp yine de aralarında uyurdum. Babam her zaman aynı uyarıları yapardı "bak sen dişleksin ya, sakın ağzın açık uyuma, salyan falan akar üstüme".. "bak Ahu, ağzın açık uyursan gece ağzına böcekler gelir".. "tuvalete gitmiş miydin sen, bak bu gece de altına işersen billahi almam bir daha seni bu yatağa, banyonun ışığı açık, uyandır anneni götürsün seni"..  "Nuran ya bak bu kız kıkır kıkır gülüyor, kesin yine çişini yapacak".. "öff bir gece de şöyle yayıla yayıla uyusam yaa, gidin annenle senin yatağında uyuyun".. "gülme kız saftirik, uyu artık".. O zamanlardan kalma alışkanlıktır bende, sadece iki gözüm ve burnum açık olacak şekilde örtünerek uyururum her gece.. Ama asla uyurken altıma kaçırmam, kendi yatağımın temizliğinden sorumlu olmaya başladığımdan bu yana..

Annem eskiden bir yayınevinde çalışırmış, o günlerden kalma bir daktilomuz vardı evde. Ben henüz okumayı sökmemiştim. Bütün dünya klasiklerini dizerdim önüme, baka baka yazardım. Hemen hepsini kağıda çekmişliğim vardır. Sokakta oyun oynayan bir çocuk değildim ben. Kitaplar ve "N" harfi basmayan daktiloydu benim oyuncaklarım. Biraz daha büyüyüp okumaya başladığımda hemen ilçe kütüphanesine üye yapmıştı annem beni. Öğlen okuldan beni karşılar, hemen kütüphaneye bırakırdı. Ben kitap okurken o alışverişini yapar, sonra gelir beni alır Şule Teyzelere ya da Hayriye Teyzelere giderdik. Şimdiki çocuklar gibi etüd saatlerimiz, aktivite günlerimiz yoktu. Beş saatte okul biter, komşu teyzelerin evinde, arkadaşlarımızla çocuk odasından salondaki konuşmaları kıkır kıkır dinler, hayat dersimizi alırdık.
Şimdiki gibi Hanna Montanalarımız, Bratzlerimiz yoktu. Fatoş bebeklerimiz ve elmas kıymetindeki ilk çıkan Barbielerimiz vardı. Perdelerden, masa örtülerinden annelerimize çaktırmadan kestiğimiz kumaş parçalarıyla ellerimizi kanata kanata uyduruk elbiseler dikerdik onlara, ojelerle makyaj yapardık. İki günde çatlak Madonna olurdu bütün bebeklerimiz. En büyük oyunumuz ise, don lastiğinde oynadığımız "emma essessa essa essa teresa"ydı. Bir de renkli hamurlarımız vardı.. Suyla unu birleştirirsin, üstüne de boya kalemlerinin uçlarını kırparsın.. Bilimle de ilgilenirdik, hepimizin penceresinin önünde pamukta yetişen fasulye filizleri olurdu.

Bu dünyanın en güzel günleriydi.. Babamızın da evde olduğu haftasonları. Sabahları sucuklu yumurta kokardı ev.. Beni bakkala yollarlardı, kendime kolalı jelibon da alırdım. Annem taraklı tokalarını takardı, vatkalı bluzunu giyerdi, elmacık kemiklerine kırmızı allık sürerdi. Ben babamın göbeğini yumruklardım "bu kız yine sülük gibi yapıştı bana Nuran".. "kız sen yüzünü yıkadın mı uyanınca".. "bak şeytanlar işer yüzüne".. "kapa ağzını kızım".. "yeter kız gülme, katılacaksın".. "Nuran ne çok gülüyor bu kız yahu, bu neden böyle oldu".. Sonra öperdim babamı, "bak sakın ıslak ıslak öpme kızım tamam mı".. "ya şımarık Ahu, ya Nuran peçete getir, yine tükürüklü öptü".. Cidden bu dünyanın en güzel günleriydi..

*********************************************************************
Canım Sibel'imin "Deniz kızı" olacakmış.. Aramıza bir lahana bebek daha katılıyor diye, en yakından tanıdığım küçük kızın hayatından kısa bir kesit karaladım.. Adil ve Sibel'in çekirdek ailesine ithafen.. ;)

Cumartesi, Ekim 2

yağmura bak..




Geldi..
Bu kez daha önceki gelişilerinden farklıydı. Gelip gitmedi, kaldı..
Hep böyle oluyordu.. Geliyordu, yağmalayıp kırıyor döküyor ve gidiyordu. Ardından aylarca toparlanmaya, herşeyi yeniden tamir etmeye çalışıyordum. Unutmaya başlıyordum, alışmaya.. sonra neşemi yeniden kazanıyordum. Eğlenmeye başlıyordum, insanlarla görüşmeye.. Tam birsinin elini tutmaya cesaret edecekken, gözlerimi karartmışken sevdaya o yeniden geliyordu.
Ay doğarken kapımı çalardı. Sarılmadan, öyle uzaktan öperdi beni iki yanağımdan. Hiçbirşey olmamış gibi "nasılsın" derdi. İyi olduğumu onaylayınca içeri girerdi. Ben loş ışıkta otururdum, o aydınlığı severdi. Ben müzik dinlerdim, o televizyonu tercih ederdi. Öyle yapardı, odaya girer girmez ışığı açar, koltuğa yayılıp televizyonu çalıştırır kanalları gezmeye başlardı.
Hiçbirşey olmamış gibi, sanki o büyük kavgayı yaşayan biz değilmişiz gibi, bundan önceki her gelişinde aynı sakinlikle başlayıp dünyayı başıma geçirerek giden kendisi değilmiş gibi.. Sakin sakin işinden bahsetmeye başladı, şunu yapmış, buraya gitmiş, bilmem kimle tanışmış, gerilmiş, kazanmış, harcamış.. Sonra bana sordu "ee sen neler yapıyorsun, anlat".. Birşeyi anlat dediklerinde, tıkanırım ben.. Onca iş yapmışımdır, onca şey yaşamışımdır da "ee, anlat" dendiğinde basitleşir herşey anlatamam, "hiiç.. ne yapayım, aynı işte" dedim.
Kanalları değiştiriyordu, yüzüme bakmadan yine sordu "ee gitmedin mi bir yerlere, işin falan yok mu" dedi. Sanki işim bir yerlere gitmekti sadece.. Herkes böyle derdi, "gitmiyor musun bu aralar bir yerlere".. Sanki turist gibi dolaşıp para alıyorum üstüne, bu kadar basitti herşey sanki.. Uykusuz gecelerin, patlayan ayakların, şişen gözlerin, yorgun beynin hiç kimsede hatırı yoktu.
Anlatayım dedim biraz, yüzüme bakmıyordu, salak bir diziye takılmıştı, ona gülüyordu. Benim anlattıklarım gülünç değildi, hoşuna gitmiyordu beni dinlemek. Zaten daha başında kesip, "içecek birşeyler getirsene" dedi. Bu kadar önemsizdim yani.. Elimde iki bardakla odaya girdiğimde beni yanına çekti "gel, yanıma otur" dedi. Lütfetmişti, yanında oturabilirdim, kendi evimde oturacağım yeri belirleme hakkı vardı. Oturdum ve onu seçtiği o uyduruk diziyi seyrettik birlikte.. Bütün eve kokusu sinmişti, benden tek bir iz bile yoktu.. Masamda benim dosyalarım duruyordu, üstüne kendi çantasını koymuştu. Yan koltukta hırkam vardı, üstüne kendi ceketini atmıştı.. Ayakkabılarımın üstünde onun ayakkabıları vardı. Bardağımı kenara kaydırmış, sigaramı yakmış, çakmağımı fırlatıp atmıştı. Herşeyin sahibiydi, her yerde o vardı yine. Eskiden uzun uzun bakıp, okşayarak sevdiğim, içime çektiğim her ayrıntısı bana batmıştı. Anlaşılan bu kez yıkamayacaktı beni, artık fazlalıktı hayatımda..

Bu kez farklıydı.. Hiç kavga etmedik. Abuk sabuk bir film izledik, birlikte güldük.. Evet, ben de güldüm.. Ertesi gün yine geldi.. Bu iyilik hayra alamet değildi. Saçlarımı değiştirmiştim, elbiselerim yeniydi, yüzüm güzelleşmişti, tırnaklarım uzamıştı.. İki gün boyunca hiçbirisini farketmedi. Yorgun olduğunu hissettim..
Neden bana geldiğini anladım. Çünkü ben iyiydim, çünkü ben sesimi çıkarmadan onu sabahlara kadar dinler, yapmak istediği herşeye izin verir, keyfine hizmet ederdim.. Onu anlardım, ona kızmazdım, ona sevgimi sonuna kadar verirdim. Beni üzse bile, beni hırpalasa bile ben yine onunla iyileşirdim.. Egolarına iyi geliyordum.. Bana hep gelecekti ve her gelişinde kendinden bir iz bırakacaktı. Sakindim, sakince bakıp görebiliyordum olacakları. Aslında olmak istediği yer burası değildi, olmak istediği yer ona iyi gelmiyordu ve o yüzden burdaydı.. Birazdan, neden olmak istediği yere benzemiyor burası diye kıyametler kopartacaktı, görebiliyordum.. Sakince bekliyordum.. Yağmur başlamıştı..

O yokken, çok uzun zamandır, kendime yeni bir hayat kurmuştum. Her seferinde delik deşik ettiği için farkında olmadan çok sağlamlaştırdığım bir hayat olmuş meğer.. Hayatımın yeni öğelerinin bazı sorunları vardı, onlara yardımcı olmaya çalışıyordum. Farketti.. Sorular sormaya başladı, cevaplarımı dinlemeden kendi cevaplarını yapıştırdı.. Çok sinirliydi, hiç bir nedeni yoktu ve o her zamanki gibi çok sinirliydi. Açıklayacağım birşey yoktu, bağırarak gidişini seyrediyordum. Oturduğum yerden hiç kımıldamadan ve yanıt vermeden "senden nefret ediyorum" deyip çekip gitmesini izledim. Oturduğum yerden hiç kımıldamadan üstüne bir sigara yaktım. Hayatımın yeni öğeleriyle ilgilenmeye devam ettim.

Yatmadan önce camları açtım, odadan kokusunun çıkmasını bekledim.. Yağmur yağıyordu hala.. Bir sigara daha yaktım. Üstünden çıkardıkları üstümden çıkardığım kıyafetlerin üstüne serilmişti. Önce atmayı düşündüm, sonra nasıl olsa yine gelecek dedim, katlayıp kaldırdım.

Yine gelecek.. Beklemeyeceğim ama gelecek. Son kez deneyecek beni yeniden sevebilir mi diye.. Bana yeniden aşık olma isteğiyle gelip, olamadığı için benden sonsuza dek nefret ederek gidecek.
O zaman çantasına arta kalanları da koyacağım..