Salı, Haziran 29

senin ilmin sisti hep..



..... gideceksin.
belli. git o halde seni çağıran beldeye 

Benim ilmim sistir de!
Benim ilmim suçtur de!

 
ve unut sonra o iki ateş böceğini

kaldır başını ardından
gökyüzünde tek bir ateş böceğinin
bölünüp
kendisinden iki ateş böceği oluşunu
şaşkın bakışlarla, utanç içinde gözle!

benim sisim sensin de!
benim suçum sensin de!

belli belirsiz bir okyanus beni üstlensin
yarayı okşadıkça dökülen kabuklarla dolu sesinde!


***KÜÇÜK İSKENDER, Ateş Böcekleri

Cuma, Haziran 25

vazgeçtim, vallahi billahi vazgeçtim..


Değişik değişik ölüm şekilleri var. Sanırım ben şişip şişip çatlayarak öleceğim. Şuursuzca buzdolabına bağımlı yaşıyorum, ağzımın boş kalmasına tahammülüm yok. Yiyecek herşey biterse bir süre yüzümü yoluyor, canım yanmaya başlayınca tırnaklarıma saldırıyor sonra da yaşama pişmanlığımla uykuma göz yumuyorum.
Genellikle sabaha karşı uyuyorum ve her sabah bir şekilde uyanıyorum. İnfilakımın uyurken olacağına inanalardanım. Sabaha kadar diş gıcırdatıp, "haaayııır, olamaaz, yapmaa" nidalarıyla bin beşyüz kez uyandığımı benimle uyuma şansına erişmiş herkes bilir. Her gün sabaha kadar en az iki kez ölür, beş kez düşer, üç kez boğulur, on beş kilometre koşar ve bir kez esir alınırım. Haliyle sabahları çok yorgun ve gergin uyanırım. Üstünden tır geçmiş gibi bir bedenle koşa koşa işe yetişmeye çalışırım ve ofise vardığımda genelde yüzüm gözüm sabaha kadar dayak yemiş gibi şiştir. Sırıtık suratım beni kurtarır, bütün gün ota boka gülüp etrafımdakileri de gıdıkladığım için, bu halim kimseye batmaz..

Huzurla uyuduğum ve normal koşullarda beslendiğim tek yer aile evimdir bir de o'nun yanı.. Bir tek o şahit olmuştur, gülerek uyuduğuma, uyku arasında sağdan sola dönerken aklıma aniden gelen karelere yarıla yarıla gülmelerime ve sabahları yeni güne gülümsediğime. Kabuslarımdan nefret eder, dirseğiyle dürterek "deli misin lan sen" diye beni uyandıran o, gülme nöbetlerime yandaş olur ancak ben şımarıp uzatınca ciddiyetini takınır "hşş, hadi uyu lan sabah erken kalkacaksın" derdi.
Ne olursa olsun hep sabah erken kalkan ben olurdum. Haftasonları çalışmamanın verdiği genişlikle, öğlen üçlere kadar kazısan yataktan çıkmayacak olan ben, sadece haftasonları çalışan o'nu zengin menülü kahvaltı masama oturtmadan bir yere göndermezdim. Olay, benim erken uyanıp hemen alışverişe çıkıp mükellef sofrayı hazırladıktan sonra onu uyandırmamla gelişir, kapıya kadar yolcu edip, balkondan sarkarak arkasından el sallamamla son bulurdu.
Bir gün yine aynı şekilde yolcu ettim onu, gidiş o gidiş..
Aylar geçti, ben on beş kilo aldım, yüzümü sivilce bastı, tırnaklarımı kan topladı, zihnim moronlaştı. Öyle oluyor.. Aklımın bir kısmı ilişkimizin başında ona kendimi nasıl uyduracağım çabalarımla gitti.. Aklımın büyük bir kısmı kavgalarımız ve gidişlerinden dönüşlerine kadar geçen sürede gitti.. Aklımın kalan yarısı da o gün gitti, kahvaltıdan sonra.

Gayet karizmatik bir şekilde "böyle devam ederse olmaz, bitsin daha iyi" demiştim o da uzun zamandır bunu bekliyormuş gibi hiç düşünmeden "tamam" dedi ve kapadı telefonu. Ben yerle bir olmuş karizmamla kalakaldım haliyle. Dizlerime kapanıp, aptal kızlar gibi hönkür hönkür ağlayıp üstünü başını parçalamadıkça onu affetmeyecektim kararlıydım..
Akşam olmuştu ama hala beni aramamıştı. Acıdan kahroluyordur, hem ağlamasın canım ne gereği var ona gülmek çook yakışıyor diye parçalanarak aradım. Öyle değilmiş, paşam sokaklarda fink atıyor, keyfi gayet yerinde, benim dramatik ses tonuma yakışmayacak bir karşılıkla "ne vaaar" diye açtı telefonu. O anda ağzıma geleni söylemek istiyordum, ama yanında her zaman hanımefendi olduğum için ayıklayıp eleyerek gayet sakin ve kısacık bir konuşma yaptım, elimde bardaklar parçalanıyordu gıkımı çıkartmıyorum.. "Beni bir daha rahatsız etme" diye kapadı telefonu...
Hep böyleydi.. Bir anda dünyayı kafandan geçirir, ayaklarına kadar kanırta kanırta indirir, gururundan, duygularından vurur, sırtına hançeri saplar, çevirir durur.
Etimi kesiyorlarmış gibi bağıra bağıra ağladım ben bu sözün üstüne.. gecelerce, aylarca.. Rüyalarımda herkes üstüme basıp geçiyorken, o tepede krallar gibi oturmuş, etrafında bir sürü şıllık bunu yalıyor yutuyor, bizim oğlan da onların kıçını başını ısırıyor, iğrenç kahkahalarla kulaklarımı sağır ediyorlardı.
Her sabah ağlayarak uyanmak, yatakta kıvrılıp kendini yastıklarda boğmak gibi bir deneyim edinmiştim zamanla. Dünyanın en acıklı şarkılarını dinlemiş, nefessiz kalana kadar elime geçen herşeyi yemiş, "manyak" tan öte söz çıkmayan ağzıma bildiğim bütün küfürleri öğretmiştim.

Bekledim.. Sabırla, dualarla bekledim.
Kendime eve kapanma cezası verdim. İnsan görüntümden uzaklaştım. Sonra aniden gelir diye zayıflamaya çalıştım, spor yaptım, kendime güzel elbiseler aldım, saçlarımı boyadım, parfümümü değiştirdim, neşe mi yeniden yakaladım.. Gelmedi, verdiğim beş kiloyu da on kilo olarak geri aldım. Aldığım kıyafetleri mahalle çöplüğüne bağışladım.
Birden kısmetim doldu taştı, talipler çorap söküğü gibiydiler.. Birini engellediğim yerden iki tanesi daha baş veriyordu. Oysa Johnny Deep gelse, omzuna yaslanıp o'nun için ağlayacak haldeydim, "yap bi güzellik be abi, bak sen dünyaya mal olmuş adamsın gel düzelt şu işimi" diye ellerini ayaklarını öperdim Allah çarpsın.
Zaman gerçekten yatıştırıyordu. Sonunda "güzeldi ama yaşandı ve bitti" demeyi hazmetmiştim. Artık kontrollüydüm, nöbetlerim yerini "iyi olsun, uzak olsun" fikrine bırakmıştı ve hayat daha yaşanılası birşeyler haline dönüşmüştü..

Bir gün telefon çaldı..
Yanımdakiler artık atlattığını gördüklerinden dolayı cevap vermeyeceğine eminlerdi. Üstelik ani bir plan yapıp uzun zaman sonra biraraya gelmiş, şahane bir akşam buluşmasının onuncu dakikasındaydık. Açma, arama, boşveer ya da aç ama gelemem işim var deyip sallamam yönünde telkinler veriyorlardı. Arama kesildi, ben bir panikle elimde telefon kilitlenip kaldım. Hayat bana dil çıkarıyordu, kekeleyen düşüncelerimi savuşturup hemen geri aradım.. Pışık, avucunu yalarsın diyecektim..
Aynen şunlar çıktı ağzımdan "selam nasılsın.. öyle mi.. tabi olur görüşelim.. ama ben şu anda ortaköydeyim.. yok yok gelirim hiç sorun değil.. bir saat kadar oyalansan.. tamam hemen geliyorum"..

Pazartesi, Haziran 21

özlediğim şimdi..


özlediğin, gidip göremediğindir;

ama, gidip görmek istediğin

özlem, gidip görememendir; ama

...gidip görmek istemen

özlediğin, gidip görmek istediğin-

ama gidip göremediğin

özlem, gidip görmek istemen-

ama, gidememen, görememen;

gene de, istemen
 
*** ORUÇ ARUOBA

Cumartesi, Haziran 19

heves...


Bil ki derin yarıklar var bende.. Sen dümdüz görürsün, halime kanma..
İmkansızı özlerim ben.. Vakti zamanında beni tam onikiden vuran günlerim olmuş, tadı damağımda kalmış. Her yakınlaşana o anları giydirmeye çalışırım, üstünde emanet durursa aniden kaçarım. Çok yaklaşma bana gözünü seveyim, şimdiden görebiliyorum zira.. kolları uzun gelecek sana.
Atlası açıp kendime yer seçiyorum hergün ama bil ki gidemeyeceğim hiçbiryere.. Ben hep buralarda olacağım ve seçtiğin bütün yollar, benim akrebe yenik yüreğime çıkacak.
Aslında hayatım oldukça ucuz. Bu yüzden şatafatlı cümleler kurar, bol kahkaha atarım.. Ayıbını örtmeye çalışan bir çocuk saflığıdır benimkisi ve bil ki herşeyin farkındayım.
Tehlikesiz sandığın bir anda ruhuna sızmaya çalışacağım. Herşeye iradesiz bir hüzün katmakta üstüme yoktur benim, uzak dur gözünü seveyim.. Etrafına yığdığın cephanelikler gözümü alıyor, kansızlık nöbetlerine sevdalıdır benim yazgım. Herşeyi tek tek ateşlemek istiyorum, kendi soluğumla bir ömrü eritip seni kendime ayırmak istiyorum. Çık aklımdan gözünü seveyim, yakma bizi..
Yazalım.. ama yaşamayalım. Bu hevesli rüzgar hep kalsın dilimizin ucunda...

Çarşamba, Haziran 16

zerre haz etmem..


Otuzuncu yaşımın kapısını azimle tekmelemeye başladığım bu günlerde, hemen herkes "nasılsın" dermiş gibi " ee evlilik ne zaman" diye sorar oldu. İnsanların sanki beş yıldır nişanlıymışım da bir türlü vakit ayırıp bir düğün patlatamamışım hissine nerden kapıldıkları zihnimde bir muammadır nicedir. "yok abicim, kendi kendime mi gelin güvey olacağım" yanıtıma umursamadan verdikleri "ee sen organizatörsün, kimbilir nasıl bir düğün yaparsın" yorumları da "sizi bana seçerek mi yolluyorlar lan" tepkime neden oluyor haliyle.

Günlerden bir gün evciliklerini başarıyla oynayan üç arkadaşım birlikte çıkacakları yemeğe beni de davet ettiler. Üçünün de eşlerinin en parlak gelecek vaadeden müzmin bekar arkadaşları gelecekti ve ben hayatımın seçimini yapacaktım o gece. Evli barklı kadın arkadaşlarım sinsice tezgaha getirecekleri kurban adaylarının özgeçmişlerini ve mal varlıklarını masaya yatırıp tırnaklarıyla kazıyorlardı. Kadın dayanışması her daim hoşuma giderdi ama ucu bana kilitlenecek bir hadiseden her daim tırsmışımdır.

Çatlak iç sesim de her zamanki gibi onlardan yanaydı.. Sol omuzumdan fırlamış, içler ürpertici sesiyle bana sesleniyordu : "Şımarıklığın ve ahmaklığın lüzumu yok, zaten aklının yarısı çıktı gitti eski sevgililerinle, o adamlarla tanışacaksın yoksa ağzına s.." Yok daha nelerdi, zerre haz ettiğim birşey değildi iç sesimin pisliğiyle beslenmek, bu tehdit karşısında ürküp derhal gitmeyi kabul ettim.

Alnı açılmış, tıfıl ve tıknaz adamlar, tek hücreli yaratıklar gibi gittikçe ürüyorlardı etrafımda.. Bu durumda ilk alternatifin oluru yoktu, imkansızdı, ölürdüm daha iyiydi..
İkinci alternatifin kısa kollu, yavru ağzı gömleği vardı ve yıl ikibinondu, hadi ordandı..
Hani bir de her sosyal ortamı tribünde gibi yaşayan, hayvan gibi yemek yiyen, kadınların karşısında öküzün insan cismine bürünmüş halinde olan erkekler vardır ya, işte üçüncü alternatif te ohaydı, hayal kırıklığıydı..
Bunların üçü de orduevi düğünümüzde halay başı olacak, haydin haydin diye milleti piste çekiştirecek, rakının etkisiyle kan ter içinde kalacak, omuzlarını silkeye silkeleye göbek atarken akıl çalıştırıcı enzimlerinin bir kısmını orada ter bezlerinde yitirecek tiplerdendi. Kahretsindi..

Böyle zamanlarda adettendir, kadınlar tuvalette toplanır ve sana baskı yaparlar.. "Eksikleri yok fazlaları var, adam gibi adamlar işte, kendine flört edecek adam değil çocuğuna baba olacak adam seç, işleri güçleri iyi, eğitimleri bilmem nerden" diye başlar, "kızım sen adam olmazsın, git nerde it kopuk cibiliyetsiz herif var onlara aşık ol" diye devam eder ve " iyi o zaman ara bay x'i gelsin yine ağzına s..p terketsin seni" diye son noktayı koyarlar. Haz etmem dedim ya, aşkımdan ölsem de yemem kimsenin pisliğini, başka laf mı yoktur bana hitap edecek?..

Zaman geçiyor belki ama ölmedim daha. Büyüyünce bakarız birşeyler.. Annemin evlenince görürsün, anne olunca anlarsın dediği her birşeyin hidayetine elbet ben de ereceğim bir gün. Hem iyi yanları vardır evliliğin.. koca denilen şey böcekleri öldürür, eve ekmek taşır, tatile giderken bavulları taşır, seni işten eve taşır, tencereleri yukarı rafa taşır, yüklenir taşır hayatı.. Bir de büyüklerimiz can sıkıtımıza, baş ağrımıza ve regl sancılarımıza evlenince geçer derler ya işte ben en çok kısmını merak ediyorum nasıl olacak o işler hayrettir billahi..

Pazar, Haziran 13

o'nun gidişi...


Eve girdiğimde sigara bulutu lanet kokusuyla beni karşıladı. Önceki günün kahvaltı masası duruyordu hala. Kurumuş peynirler, taşlaşmış simit, büzüşmüş zeytinler, ağzına kadar dolu iki kül tablası, boş soda şişeleri, devrilmiş bordeaux şarabı..
En acıklı sahne iki yalnız tabak ve iki boş çaybardağının birbirine girift görüntüsüydü.
Gözlerim doldu, boşaldı.. çok koydu bu kare bana. Çöktüm tabureye, elini ağzını silip buruşturup attığı peçeteye sarıldım ağladım..

Müzeye çevirmeye karar verdim o köşeyi. Dünden, evvelden, ondan kalan ne varsa hepsini, ekmek kırıntılarını bile silmeden hepsini o kahvaltı masasına taşıdım. Çatalını öptüm, havlusunu okşadım, pijamasını içime çektim, jiletini sevdim, köpüğünü sıktım, jelibonlarını seyrettim, yastığını kokladım..
kokusunu aldım ya çok ağladım, çok fena ağladım..
İçim aktı, gözlerim buruştu, kirpiklerim döküldü, yanaklarım yandı, etim acıdı.. ağladım..durmadan ağladım..

Rivayete göre bir başkasına sözü varmış. İnanamdım, ekmek çarpsın inanamadım.
Güneşe bile inanmam ben, herkesi aydınlatır, ısıtır, her bakana göz kırpar şerefsiz..
Cenaze renkli üçüncü şahıslara kanacak kadar aptal mıyım ben?
Hisli bir bahar sabahına uyanmıştım, ilgi bekliyordum, şefkate çok ihtiyacım vardı, zavallı gibiydim. Şımartsın beni istedim, billahi ilk kez istedim bunu.. Kadın gibi kapris yapayım dedim, yemedi, bir kalemde sildi beni. Ciddi durmak istemiştim oysa, ben de kırılganım, kırıldım mı ciddi ciddi acıtırım rolünü oynamak istemiştim. Filmlerden, romanlardan kaptığım taktikler ters tepti.. Göz göre göre uyutulmuşum, bir de akıllı geçinirim.. Hikayeydi lan hepsi, gerçek olsa filmini mi çekerlerdi..
"Aferin aşkım al bak bu senin Oskar'ın" mı diyecekti bana.. Ben gideyim de sen rahat rahat kur, kudur dedi, gitti..

En güzel sabaha uyanmıştık.. Ilık rüzgarlar esiyordu camdan.. O uyanmadan dışarı çıkıp, eve taze ekmek kokusunu taşımıştım. Çiçek kokuyordu sokak, kahvaltıdan sonra evi çiçek gibi yapma hevesiyle yanmaya başlamıştım. O, akşam fıstıkları çıtlatıp yere kabukları saçacaktı ama ben dert etmeyecektim daha yeni sildim diye..
Boynuma hevesli bir öpücükle yaklaşacaktı, dünya duracakti..
Hain güneş kandırdın beni, karanlıkta kaldı evim..

Perşembe, Haziran 10

gel git..



Üzülme!.. Dert etme can!..

Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan yürüyebiliyorsan...... Ne mutlu sana!..

Elinde olmayanları söyleme bana...

Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!..

Geceler hep kimsesiz mi geçecek?.. Gidenler dönmeyecek mi?..

Yitirdigin her ne ise; bir bakarsın yagmurlu bir gecede..

Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...

Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?..

Hüzün olgunlaştırır...Kaybetmek sabrı öğretir...

***Hz. Mevlana Celaleddin RUMİ

ıska...


herşey hayatımın içinde yaşandı, bitti ya da sürdü.. kaçırdığım bir tek an bile yok..
alınanların verilerinlerin hesabını yırttım attım. herkes o çamurda kaç adım attıysa, batıp çıktığı kadar iz bırakıyor birbirinin hayatında.. ve sen, ne kadar iz bırakırsan o kadar vazgeçilmez olduğunu sananlardansın. belki de bundandır sevdalısı olduğun çamurları biriktirmek için kazdığın çukurlar..
hey!.. şimdi beni dinle..
cesaret sandığın gibi yakmakta, törpülemekte değil.. cesaret işte tam bu anda.. düşmek üzereyken son bir tekmeyle o kapıyı yüzüne çarpmakta. ve gördüm o an seni, şaşkın korkunu.. birkaç saniye içinde sızmayı başardı gözlerime. sevip öptüm, şefkat gösterdim sonra elinden tutup yanına uğurladım.
araf burası mı?
içinde biriktirdiğin nefretinle, gözlerine yerleştirdiğin korkunla, dizlerini çözen şaşkınlığınla sen diğer taraftasın.. aramızda düş gibi bir kapı var.. sona doğru koşarken ıskaladın.. sana doğru koşarken, acıyan bir sonuçtayım şimdi..
dünyanın herhangibir yerindeyim. kuzey rüzgarlarından başka dostum yok. sakıncasız ve ilgi gerektirmeyen bir seyyahım burada. bazen seni görür gibi oluyorum, kristal damarların ardında.. zorlanıyorum, özlüyorum, ıslanıyorum.. sonra beni bir aptal gibi sürükleyerek kapının önüne koyduğun geliyor aklıma, kalbim ve umutlarımla.. hırslanıyorum.. daha sözün bitmemişti, henüz canımı almamıştın.. burnum kanıyordu, kanayıp gitsin diye başımı öne eğmiş bekliyordum. kafamı kaldırmamla düşmem bir oldu, düşmemle kapıyı yüzüne çarpmam.. cümlen öyle kaldı sokak ortasında, havada asılı..
şimdi sadece bir düşlük mesafedesin. unutkan bir rehbersin bu aşkta.. zaman geçtikçe sevmeyeceksin beni..
varlığınla yokluğunu denk getiriyorum kalbimde.. zaman geçtikçe sevmeyeceğim seni...
bitti!..

Çarşamba, Haziran 9

şimdi sen nesin..




Hani oturmuştuk ya sevgili, serin bir son bahar gecesi, tek müşterisi bizim olduğumuz bir çay bahçesinde sabahı getirmiştik ya.. Hani ben sürekli gülüyordum, sen de anlattıkların hoşuma gidiyor sanıp uzattıkça uzatıyordun konuları.. Billahi konsantre olamıyordum seni dinlemeye. Başıma gelen bu saçmalığa gülüyordum sadece. Ben kendime bu kadar katlanamazken senin bana yaklaşmanın yollarını arıyor olman cidden büyük saçmalıktı. Bu saçmalığa yüreğimi koymuştum ya sonunda, bu hareketimi şimdi nasıl adlandırmalıyım bilemiyorum.
Uykusuz işe gitmiştim ertesi gün. Suratıma yer etmişti o gülümseme, sırıtık sırıtık seni düşünüyordum ekranımdaki uzun excel hesaplarına bakıp. Şu salak türk dizilerinin giriş bölümlerine benziyordu seninle buluşmuş olmak, bir araya gelmek. Serimi, düğümü olmadan bitecek ve ben, beni korumak için elimden tutarak yürüdüğümüz o sokaklardan her geçişimde hatırlayıp yine böyle sırıtacaktım.
Abartısız, tırnaklarımı sökerek kurduğum bir hayatım, parçalanmış yüreğimi sarıp sarmalayan bir zırhım vardı. Evim kalem gibiydi, kendimi hep güvende hissettiğim, hayatın bütün karmaşasından kurtulup huzuru bulmak için sığındığım mabedim gibiydi. Zamanı kontrol altına almıştım. Yalnızlığımın keyfini çıkarıyor, her geçen gün daha değerli oluyordum.
Uyanır uyanmaz beni arayacağın, tekrar buluşacağımız, ertesi gün tekrar, tekrar.. böyle aylarca süren, her gün birlikte geçen, yoğun, hızlı, saldırgan, tutkulu bir ilişkiyi hesaplamamıştım. Sabaha kadar sohbet ettiğimizle kalacaktık, hiç birşey başlamadan ayrılacaktı yollarımız ve ben seni ara sıra hatırlayıp gülümseyecektim.
İçimde ağda kıvamında birşeyler oldun sen şimdi. Yüzümdeki otuz yaş sivilceleri, belimdeki kayma, gırtlağıma çöken tatsızlık, dilimden düşmeyen küfürsün artık. Nefret, hırs, üzüntü, kızgınlık hiç biriyle bağdaştıramıyorum seni.. Sadece çektikçe uzayan, değdiği herşeye yapışan, can sıkıcı birşeysin.

Cumartesi, Haziran 5

dikiz aynası


Yerle bir olmuş halde uyandı Marla. Sokakları yine bozguna uğramıştı. Sınırsız istekleri yüzüne vurulmuş, anlatamadıklarıyla uyuyakalmıştı.
Şimdi yanılsamalarla dolu bir yalnızlığın sahibiydi. Ve gün geçtikçe, çoğu erkeğin kadınsı hileler diye isimlendirdiği, aslında tanrının sadece kadınlara bahşettiği o büyülü armağanla yenilenmeye başlayacaktı. Tetiklenmiş hırsıyla dişiliğinin gözü karalığına ulaşacak ve dikiz aynasından kendisini evcilleştirecek bir güç seçecekti..

Güneşin, bulutların arasından ışımaya başladığı, puslu masal sahnelerine benzeyen bir gökyüzünün altında bekledi Marla. Doğanın uyanışı bazen teni kışkırtıyordu ve yer yerinden oynamaya başlıyordu. Nehirler taşıyor, hoş melodiler kulağa çalınıyor ve herşeyden bağımsız bir ten uyarılmaya başlıyordu. Evreni yırtarak çağırıyordu Marla, yerini kestiremediği o ruhu.
Sınırlar hep göz alıcıdır, sınırlardan taşmaksa davetkardır.. Zincirlerini kopararak düşüyordu onu çağıran nefesin peşine Tyler. Zırhının anahtarlarını bir başkasının elinde unutarak..
Ve buluşurlar pırıl pırıl bir gün.. Mavi perdelerin arkasında çırçıplak sarılırlar, aralarına hevesli bir rüzgar girer, Marla'nın ruj izi kalır beyaz çarşaflarda..

Gönlü açık bir tutsaktır Tyler.. Ruhlar bir'leşirken yer değiştirir oyunlar. Usulcacık dokunuşlarla evcilleşirken Marla, Tyler bütün kalelerin sahibi olur. Kuşatma altındaki Marla, tüm gücüyle evreni üstlerine örter.. Bu dünyanın ötesinde bir yerlerde, derin bir vadiyi keşfe çıkmış gibi heyecanla sevmeye devam eder. Öyle bir tutam zamana değil, düşleyebildiği her ana yayar yanıbaşındakini. Direnciyle, duvarları söke söke yeni yerler açar kendi öykülerine.
Unutulur anahtarlar ve aşkın kutlaması ihtişamla devam eder pırıl pırıl zafer günlerinde.. ta ki çağırılmayan gelene kadar. Beklenmedik bir anda birbirlerinden sökülerek ayrı düşürülene kadar.. Hiçbir coğrafyada haz edilmeyen o beklenmedik anda, bilinmeyen kişi belindeki anahtarlarla öyküye adım atana kadar..

"Yokluğunda yeryüzünün sahibi oldum sevgili.. Nereye gidersen git, aşkın hep benim sınırlarımda.."

Cuma, Haziran 4

ruj


Anladım...
Bana bir ölüm tasarlıyorsun. Usta bir seri katil gibi öne atıyorsun piyonlarını.
Baş etmekte zorlandığım korkularımın geçirgenliğinden yararlanıyorsun. Şimdi dudaklarımı hedef alıyorsun, ama anladım.. yukarıdan aşağıya vuracaksın beni..
Bir yakada sen.. bir yakada ben, aramızda beni körleştiren o mavi perde.

Henüz yazılmamış olanı vaadediyorsun. Kan ter içinde dokunuyorsun ruhuma satır aralarında, ince ince teslim ediyorum sana kendimi.. Yoluna davet ediyorsun sonra beni arsızca, o uzun koridorun her dönemecinde ayak bileklerimin kırılacağını bilerek kabul ediyorum bunu. Demirden bir güç gösterisi yapmaya çalışıyorum sana.. sadece biraz daha sürsün bu oyun diye...
Aynanın karşısına geçip yüreğimin kilitlerini kırıyorum, sana aralıyorum tüm kapılarımı. Öfke dolu bakışlarım oluk oluk akıyor mazgallarımdan, içimi sana boşaltıyorum. Sonra sana bakıyorum dikiz aynamdan.. dudağımın kenarları gittikçe kıvrılıyor, sokağımın başına geldiğini hissediyorum, gülümsüyorum...

Öleceksem ben, üstümü örtme. Çal kapımı ve soy beni. Henüz kimsenin yaklaşamadığı yerden başla bana dokunmaya, ruhumdan.. Sonra kelimelerin gezsin tenimde, dinleyim seni, sesin bana çarptıkça ısınayım yok olmaya..
Öleceksem ben, kırmızı olsun dudaklarım. En kırmızı rujumu sürüp uzanıyorum sana.. Gözlerimin içine bak beni boğarken. Bir martının kanat çırpışını gizle gözlerinde, nefessiz kalmakla değil, gözlerinde kopacak fırtınaya kapılmakla öleyim. Bir yaz yağmuru gibi girip hayatıma, tüm mevsimleri alarak çık bedenimden..