Salı, Temmuz 27

şu an aklıma gelmedi...


duymaktan en nefret ettiğim sesle uyandım.. kesinlikle benden nefret eden bir arkadaşımın hediyesiydi bu alarmlı saat.. üstünde bir puzzle var, o puzzle tamamlanana kadar alarm susmuyor.. ben böyle her sabah hayata afallayarak uyanıyorum, haliyle içler ürperten bir tuhaflığım var..
içim çıkarak uyandım efendim.. gözlerim açılmadan dolaptan şöyle giyimi kolay bir elbise seçtim, saçları alelacele aynaya bile bakmadan topladım, kendime bir kaş bir göz çizdim hızla, topuklu ayakkabıları geçirdim, çantamı taktım, güneş gözlüklerimin ardına gizlenip çıktım kapıdan..
kahretsindi, ipodumu unutmuştum! ömrümün en uzun vaktini yatırdığım uğraş olan, çantada anahtar arama kısmına geçtim.. an itibariyle beynimden vuran gerçekle yüzleştim, anahtarı da evde unutmuştum.
her apartmanın giriş kapısında sevimsiz çilingir stickerları bulunur ama bizim sokaktakilerde yoktu, bir kez daha kahretsindi..
kaosun içinden sıyrılmak istedim, herşeyi akşama erteledim netekim çok sıcaktı ve yetişmem gereken bir vapur vardı. ama çok sıcaktı, koşmayacaktım, zaten geç kalmıştım, bir sonraki vapura binerdim sorun değildi zira tüm ofis başıma gelen antin kuntin hadiselere alışkındı, kimse merak etmezdi.
sabah sabah kendimi şuursuzca koaslar silsilesi içine sokmuş bulvardan aşağı doğru salına salına yürürken aklımda birden bir ampul ışıldadı, "hadi laaan" dedim, "vay anasını" diye vurguladım.. şimşekler çaktı beynimde.. yıllık iznimin ilk gününde olduğumu hatırladım ve kendimi ısıracak kadar sinirlendim bana..

o an içime nasıl olduysa bir motor yerleşti. yokuşu geri çıkıp çilingiri nasıl buldum, içeri girip bavulumu nasıl hazırladım hatırlamıyorum ama yaklaşık 3 saat sonra esenler otogarında yazlığa giden otobüsün önünde sigara içiyordum..
ortalık mahşer alanı gibiydi. bir gün ölümden sonrasını prova etmek isterseniz gidin esenler otogarında.. herkes kan ter içinde, kızarmış bir sıfatla ve emrah bakışlarıyla bir arayışta, bir yerlere varma isteğindeydi.. kimsenin gözü insan görmüyor, öyle gelişine sağdan soldan üstünüzden geçip gidiyorlardı.. iğne atsan yere düşmez bir delilikti. eve gidince ilk işim babamın dizlerini kapanıp beni bu hayattan çekip kurtarması için ağlamak olacaktı, karar vermiştim.. "baba! ocağı kapatma" başlıklı lirik bir konuşma hazırlamıştım yol boyunca..
annem aradı, son düzlükteyken.. derhal karpuz kesip dolapta soğutmasını, şezlonga bir havlu atmasını, beni ice tea ve buzluktan yeni çıkmış ince küçük bir havluyla ile karşılamasını salık verdim kendisine zira herşey eksiksiz olmalıydı. netekim tatil başlamıştı lan..

Dokuz günde olan biten herşey özetle çok yakında sizlerle olacak sevdiceklerim.. şimdilik öptüm herkesi gözlerinden ;)

Pazar, Temmuz 18

tost ve dost..

Tüm yakın çevrem takılıp kaldı son zamanlardaki sanal platformlarda yer edinme çılgınlığıma..
Çılgınlık bu mu? Heyy canlar! Ben burada gayet gerçek ve gerçek olmayan haller arasında tosttaki kaşar vaziyetinde bir hal sürüyorum.. Siz kaynınızla dıdınıza dayanıp dururken ben kendinden bile sıkılan zırvaları dışa vurup duruyorum. Nen var kuzum, niye rahatsız oldun?
Neyse ben şimdi tatile çıkıyorum.. kendimi kızgın kumlardan serin sulara atacağım ve herkesi geride bırakacağım..
dönüşte görüşürüz..
sevgiler..

Salı, Temmuz 6

sen de gelme hüzün kovan kuşu..


Hüzünlü kalbi severmiş Allah.
Tevrat'ta; "Allah bir kulunu sevince kalbine bir nâiha (ölüye ağlayan kadın) kor, Allah bir kuluna buğz edince kalbine çalgı kor» (o kişi neşeli olur) " yazar.. "Hüzün; kalbi sıkarak gaflet vadilerine dalmasına ve dağılmasına engel olur" yazar Kuran'da..
Hüzünlüyüm, Allah'ın sevdiği kuluyum.. O halde dokunmayın iç çekilmelerime.

Aklımı o kadar meşgul ediyorki bu sesler, gaflet delalet arasında volta atıp duruyorum. İçimin kadınlarına uslu durmayı öğretemedim. Bu hareketsizlik, hepsinin isyan bayrağı kuşanmasına neden oldu. "Yüz yıldır susuyorsun, yüz yıldır kaskatı duruyorsun, yüz yıldır bizi içinde çürütüyorsun, uyan! yüz yıllık uykundan.." sloganlarıyla arşınlıyorlar ruhumu. Dizilmişler sıraya, çatlak hatunum megafonu almış önü çekiyor, feylosof pankartı taşıyor, lezzet hatun elinde çiki çikilerle ritim tutuyor, hijyen hatun zılgıt çekiyor, iş hatunum korteji yönetiyor. Gözlerim dervişe hatunumu aradı.. en arkada o vardı, oymalı devrek bastonuna dayanarak yürüyordu, güneşten ve rüzgardan korunmak için ateş tülünü alnından beline kadar uzatmıştı. Dervişe hatunuma bile peydah olmuşsa ruhumun isyanı.. ve Herakleitos'tan bu yana değişmeyen tek şey değişimse..

Kabul ettim. Başka türlü uyuyamayacağım sanırım. İç seslerimin yüksekliğinden uykularımdan oluyorum.
Kabul ettim.. Devam edeceğim, hüznümü sıkıp sıkıştırıp, kendime hatırlatacağım bir daha kanamamayı. Aynı nehirde ikinci kez yıkanmaya çalışmayacağım. Amerika'yı yeniden keşfetmeyeceğim..

Biraz yalnız bırakın beni. Biraz sessiz..
Terkedilmiş cam kırıkları gibi kalmak istiyorum, taştan oyma heykeller gibi dingin..
Biraz uykuya bırakın beni. Uykuya öleyim.
Sonra anka gibi yeniden doğacağım küllerimden..Söz!..

Perşembe, Temmuz 1

artık..


Mut'suzum..
Cidden bak çok mutsuzum. Tek satır yazasım, üzerine cümle kurasım yok Allah seni inandırsın. Böyle çakıldım kaldım o görüntüyle..
Şu koltuğa çakıldım, bir saniyede bin yıllık hüzün, acı, hırs, kıskançlık ne varsa hepsini sırtlandım. Omuzlarım çöktü, gözüm döndü, sürüklendim içime, sonunda sözümden, gözümden taştın.
Mide bulantısıyla bitiyorsun bende..
Konuşmak yerine kusmayı tercih ediyorum.
Bu son olsun.