Cuma, Eylül 24

bu onun masalı




İçim uçuyordu..
İçim eteklerimden taşıp, bacaklarımdan süzülüp, ayaklarımdan taşıyordu.. Çıplak ayaktım.. Sesim de çıplaktı, ruhum da.. Sana soyunmuştum.
Yanındaydım, bir insanın yanında durmak nasıl birşeydi onu hatırlamaya çalışıyordum. Gerinde, önünde, uzağında değil, tam yanındaydım ve içim uçuyordu. Sen, içimi toplamaya çalışmıyordun, öylece durmuş ne olacağını heyecanla bekliyordun. Açıklanamayan mutluluklar albümünde bir kareydik. Ben renklerimi sana bulaştırıyordum, sen kızıla çalıyordun..
İkimizin de dudakları aynı çizgiye aralanmıştı. Aynı sesi mırıldanıyorduk. Ağzımınzdan, öyle iç çekmesi gibi değil, iç çekilmesi gibi değiyorduk birbirimize.. ve "en uygun an" denilen safsatayı beklemeyip, sabırsızca, "doğru zaman"ı yaratıyorduk birlikte.

"Her zamanki" gibi değil, "hiç olmamış" gibi başlıyordu hikaye, adettendir.
Henüz ömür biçemiyorduk birbirimize.. Biz susuyorduk, aşk konuşuyordu. Aşkın ağzı açıldı mı, yorulmadan konuşuyordu. Hemen bir çırpıda herşeyi dökmek istiyordu. Eteklerimden dökülüyordu, iyilerim ve kötülerim.. Rengime karışıp gidiyordu senin geçmişin. Aşk hala anlatıyordu.. Elimizle, aşkın ağzını kapatmaya cesaret edemedik, ısırırdı, acınmak istemedik.Soluksuz dinledik, susup birbirimize bulanarak..
Yavaş yavaş ya da kurgulanmış yaklaşmalarla değil, aniden öptü beni. Ne olduğunu anlamadan, boyalarımın arasından sızarak öptü. Öperken ruhuma haykırıyordu sanki, boğazıma kadar titredim, soluğumu unuttum ve bir daha konuşamadım..

Hayatı bana değiyordu artık ve bir masal seçmenin vakti gelmişti..
İçine yerleşebileceğimiz, içimi taşıyabileceğim bir masal.. Her zamanki gibi değil, bize bir nefeslik yer açacak bir masal.. Işıklı, renk renk topların havada döndüğü yepyeni bir yerde geçen.




                    

Pazar, Eylül 12

OHAAA 12 DEV ADAM!..



Aldım bir şişe şarabımı hop oturup hop zıplayarak seyrettim bizim uçan türkleri..
Allaaam yaa ne maçtı öyle.. Pencereler açık, bütün mahallenin küfürleri birbirine karıştı billahi. AŞtım kendimi küfür konusunda.. Dakikada yirmişer kez hasstirrrr çekmişimdir yemin ederim. Salon çizgisi falan kalmadı, ama bugün herşey mübahtı. En çok ta maça cenabetlik bulaştırdıklarını düşündüğüm sinem kobal, arda ikilisine küfretmişimdir herhalde.. Fonda eşşek gibi sırıttıp duruyorlardı, yarın olmasın onlar yaa..
Son dört saniye öldüm ben.. heleki o sıfır nokta beş saniye var ya küllerimden doğdum yeminlen..
Finaldeyiz haliylen.. Yarın da aynı şekilde amerikalıları düdükleyeceğiz afedersiniz, zira on iki dev adam bu ve uçuyorlar.. boru değil yani. Ama hayvanlık etmişim yine afedersiniz.. İnsan bir kadeh te kutlamaya saklamaz mı, nasıl içtiysem şarabı löp löp.. maç bittiğinde yudum kalmamıştı. Yarına daha tedarikli olacağım.
Amerikan başkanı dahil herkesi devreye sokun lan.. 12 dev adam geliyor!..

not: kıvanç tatlıtuğ'u oldum bittim sevmem ve beğenmem. bugün reklamlarda sık sık gördüm. annem ne olmuş o yahu böyle.. insan değil bence artık netekim hayvani bir yakışıklılığa ermiş..

Cumartesi, Eylül 11

hayır..


Gündemi oldukça geriden takip ediyorum, hatta etmiyorum bile denilebilir.
Takip edilecek birşey yok zira, 8 yıldır aynı boktan noe-liberal saldırganlık..
RTE, Nevzat Çelik'in şiiriyle ağlamış, yeni izledim videosunu... RTE'nin kendisi de bu timsah gözyaşlarına inanıp evet diyecek olanlar da bi siktirsin gitsin afedersiniz.
Laflarıyla solu bile geçmiş RTE, önce günümüzdeki faşizan hareketlerin hesabını versin. Geçmişin yaralarını bir siyaset malzemesi olarak kullanmaya ne hakkı var?
Aptal olmayın!..
İşgörmez 12 Eylül Anayasası'nı yamalarla daimi kılmaya çalışıyorlar. Haklarımıza, özgürlüklerimize saldırılarının önünü açacaklar. Kapitalist rejim yamalı olarak devam edecek.. Değişen hiçbir şey olmayacak.
Yarın HAYIR diyeceğiz, ama daha demokratik yeni bir anayasa için yapacağız bunu.

Cuma, Eylül 10

mızıkalı yazı


"Konuşmamız gerek" dedi.. İçinde gereklilik kipi olan herşey beni telaşa düşürür. "Ne var canım, konuşuruz.. Ama bence yormayalım, daraltmayalım birbirimizi, uzun konulara girmeyelim" dedim. Yanıtı kısaydı.." konuşmalıyız.."

Aklımı, mantığımı ardıma alarak girmişim yoluna. Bir mızıka eşliğinde dolaşıyorum sapaklarında. İçimdeki tüm "acaba"ların üstüne çizik atmışım. Tenini zorlamadan, hayatına teğet geçerek yaşıyorum yamacında..

Şimdi neyi konuşmamız gerek.. gerçekleri mi? Bana herşeyden bahsedebilirsin.. Kulağıma fısılda masalları, efsaneleri, hayalleri.. Ama bana gerçekleri anlatma. Gerçekler yüksek seslidir, ben daha sakin şeylere meyilliyim. Bana anlatma ne olduğumuzu, yaşayacağımız olasılıkların kurgularını..

Şimdi sadece şu anı yaşasak.. Rüya gibi bir an.. Uzanmışız yeşil çimlere, üzerimizden serin, hevesli bir rüzgar geçmekte.. Benim yıldız takımımı gösteriyorum sana, senin yıldızın hiç olmamış. Hangi yıldız senin olsun onu seçiyoruz. Elini tutup parmağınla işaretliyorum, içine siniyor hemen, "evet bu üçlü benim olmalı" diyorsun.. Ruhumun en parlak yerlerini sana parselliyorum o anda.. Hem yıldız sahibi oluyorsun, hem içimde istihdam alanları aralanıyor sana.. Gözlerimi dünyaya kapatıp öpüyorum seni. Sahi su gibi seni öpmek, hani böyle serin ve ucu bucağı yok. Su gibi, öyle işte, tanımsız..

Öyle bir anki.. uyuyabilecek kadar hafif, terine karışabilecek kadar heyecanlı.. "Ama.. " diyorsun, susturuyorum seni. "Sana herşeyin sözünü verebilirim, korktuklarının başına gelmeyeceğini vaadedebilirim.. Bir tek gerçeğine ortak olamam. Bırak bilmeyim.." diyorum, susuyorsun.

Ve uyuyoruz, büyülü bir mızıka eşliğinde.. Mis kokulu bir sabaha uyanmak üzere..


*******************************************

Anıl Albayrak'ın tavsiyesiyle Mazzy Star - Flowers In December dinlerken yazılmıştır.. Uykusuz bir gecemde, beni bu şarkıyı üşenmeden bulup dinlemeye ikna ettiği için kendisine çok teşekkür ederim.. :)

Salı, Eylül 7

çakma prenses ve kaçan atlıları...


"Aklın bir karış havada yine senin" dedi, dosyaları fırlattı göğsüme.
Uzun zamandır köşesine sinmiş, sinsice beni gözetleyen çatlak hatunum yine başıma peydah olmuştu. Kendi iç sesim bu kez, işten eve taşıdığım dosyalarla dövüyordu beni.
Aniden hortlayıp aklımı çıkardığı yetmezmiş gibi, "senin bu sümsük, kontrollü, çalışkan dönemlerinden nefret ediyorum.. derhal kendine gel, yoksa beynini yıkayan o bunak Dervişe yellozuna ötenazi yaptıracağım.." diye bağırıyor, iğrenç sesiyle etimi tırnaklıyordu.
"Ne zamandır sesimi çıkarmadım, müdahalesiz ne yapacaksın göreyim istedim.. ama sen var ya seeen.. sen umutsuz bir kevaşesin!. Eziksin kızım sen!. "

Dedim ya, uzun zamandır yoktu ortalarda.. Hatrını kırmayıp bugünlük dayanabilirdim kendisine ama mecalim yoktu. Beynimin beyaz atlılarının durmadan, üşenmeden cirit attığı bir dönemdeydim. Sadece beni sarsmakla meşgul olup en ufak bir ilgi gösterisine tenezzül etmiyorlardı. İşler çok yoğundu. Koca yazı yatarak geçirdiğim için öğlene kadar kürek, öğlenden akşama kadar taş taşıma, akşamdan gece yarısına kadar kırbaçlanma cezasına çarptırılmıştım. Aklım hayli karışıktı anlayacağınız. İç sesimin ayaklanmasına tahammül edemeyeceğimi düşünerek o yokmuş gibi davranmaya karar vermiştim.

Yere düşen dosyalarımı çantama kaldırıp hemen sonrasında beyaz atlılarıma bakayım dedim. Olacak şey değildi, cirit, atmak, koşmak, atlamak derken bir anda kaçıp gitmişlerdi. İnsan olan durur, bir arkasına bakar, ufak bir iz bırakırdı değil mi.. ama bu at beyinliler beni silip süpürmüşlerdi..

Yok mu olacaktım yani artık ben? Üstelik o yasak elmayı da hart diye ısırmışken.. Hadi canım..
Neyse..
Herşeyi mevsim anormallerine veriyorum.. susuyorum.

Pazar, Eylül 5

sırra sefer


Gecelerin gecesindeyim..
Anlat derviş, sen anlat bana.. Sen ben ol bu gece, benim gözümden bak ve başla demeye.
Benim anlattıklarım ancak masaldır, senden dinleyim değerlisini, ötesini.. Gönlümün evini ferahlat bu gece.
Beri gel, ben ne isem de bana. Aşkla yanıyor, içime içime süzülüyorum.. Ne anlayabildim, ne dile dökebildim beni. Sen ben ol, de bana.
Bir misal et.. tutuştur, kavur, aslıma erdir beni bu gece. Arıt zehrimi, üfle ruhuma.
Anlat derviş, pür telaş sen'im bu gece, tan yeri ağarıncaya kadar.