Cuma, Aralık 30

gökyüzü mavisi


İstiyorum ki yaz gelsin.. biraz deniz olsun ve güneş kremi kokalım. Kafam karışsın sonra.. ve gülerek başladığım cümleler kurabileyim.
Yanık tenli insanların parmak arası terlikleri ve kesik kotlarıyla dolaştığı bir sahil kasabasında uyanayım. Saçlarım tuzlansın..ve tek sorunumuz caretta carettaların yumurtalarını nasıl muhafaza edeceklerini düşünmek olsun.
Çakır keyif yürümeye çalışayım pembe, topuklu terliklerimle.. tıkır tıkır.. ve radyonun sesi hep açık olsun bir yerlerde.. Rüzgar çarpsın yüzüme, saçlarım kabarsın, gözüme biraz kum kaçsın.

Sıkıldım soğuk yeni yıl dileklerinizden.. Mutluluk, sağlık ve başarı ve aile ve sevdikleriniz..
Başlayan her şeyin bittiğine şahidiz bir kere.. Tepinerek, ıslıklarla, alkışlarla ve kucaklaşarak başlattığımız yeni yıl, yine bir taraflarımızı koparıp kırıp yağmalayarak bitecek yine nasılsa.
Bıkmışım başlamalardan.. ben efil efil yazlar diliyorum en çok.

Pazartesi, Aralık 26

neler oluyor hayatta..




"İnek obasııııııı uyannnn!.." alarmım çaldığında saat 11:00 idi. Bir stresle hemen günü kontrol ettim. Evet haftasonuydu ve rahat olabilirdim.. Tamam rahatlığın gözünü çıkararak üstüne bir saat daha uyumuş ve işe gecikmiş olabilirdim ama hiç mühim değildi.. canımın içi keyfim sağolsundu, gerisi önemsizdi..

İşlerimi bitirip ofisten çıktığımda saat 17:00 idi. Akşam olacaklardan habersiz saftirik bir insan olarak, saçlarım tükenmez kalemle topuz yapılmış bir şekilde caddede aheste aheste geziyordum. Önce kendime bir ayakkabı aldım, sonra iki aynı renk oje.. aynı renk oje alma salaklığımın bir çözümü yok, önce sürekli oje kaybetme salaklığıma bir çözüm bulmamız gerekiyor.

Eve vardığımda saat 19:00 idi. Kendime güzel bir ziyafet çekme haiyetinde sebzeli strudel, yanına soya sos ile tatlandırılmıs dana emense ve tatlı olarak ta krokanlı çikolatalı moullex yapabilirdim ama çift kaşarlı tost gibisi yoktu.. Tostumu yedim hazırdım.. tabiki de giyinmek için hazırdım. Yoksa dışarı çıkma öncesi güzellik işleri karın tokluğuyla bitecek gibi değildi.. Duş alınır, kremler sürülür, elbiseler denenir, saçlar maşalanır, çoraplar seçilir, ayakkabılar parlatılır, ruha uygun parfümler sıkılır.. en önemlisi de makyaj diye bir gerçek var..


Duştan çıktığımda saat 20:00 idi.. Saçlarımı kurutup ojelerimi yenilemem üstüme basit birşeyler geçirip dışarı çıkmam sadece yarım saatlik işti.. Tabiki de olağan bir buluşma için saatlerce hazırlanacak halim yoktu. Üstelik akşam uykusu kadar da güzel birşey yoktu..

Evden çıktığımda saat 22:00 idi. Arkadaşlarımın yanına gitmem sadece on beş dakika sürdü.. ve yalnız mutsuz kızı, ideal erkekle tanıştırma müsameresi böyle başladı..

Oyuna gelmiştim.. Huysuzlanacağımı, karşı çıkacağımı, gitmeyeceğimi, gidersem de sarhoş gideceğimi ( denenmişi vardı zira, bilirlerdi ) bildiklerinden bu kez buluşmayı böyle spontan ayarlamışlardı.
Masadaki tek boş yer ideal erkeğimizin yanıydı.. Sözde herşeyden habersiz olan idel erkeğimizin suratındaki kocaman gülümsemenin aynısı ancak palyaçolarda olabilirdi.
İdeal erkek bir şekilde hakkımda önceden veri toplamış, biriktirdiği donelerle yanımdaydı. İlgi alanlarım kendisine öğretilmiş, blogum- twitter hesabım gibi yalan yanlış aklıma gelen her haltı yazdığım yerler yalanıp yutulmuş, biz çok eğlenceli bir çift oluruz diye bağıran hareketlerle eli kolumda sürekli bana birşeyler anlatıyordu. İdeal erkekle buluşma müsameresi burada kopar..

Eve döndüğümde saat 03:00 idi. Çatlak iç sesim içimin etlerini çimdikleyerek karşıladı beni kapıda.. Sonra ensemden tuttuğu gibi koltuğa oturttu.

Çemkirmesi bittiğinde saat 05:00 idi. Bir insanı hayatında tutmak için aylarca bazen senelerce uğraşıp sonunda başarısız olurken başka bir insanı bir iki saat içinde sonsuza dek kaybetmeye çabalama konusunda çok başarılıydım. Bu başarı beni çok yormuştu. Uykum vardı.. ve uyuduğumda saat kaçtı bilemidim şimdi.

Pazar, Aralık 25

30 gün.. dört hafta.. bir ay



Bazen elimde olmuyor.. herşey bir anda çığrından çıkıyor. Hayat bir anda drake denklemine dönüşüyor ve benim minik aklım bunun içinden çıkabilmeyi beceremiyor. Evet çözümsüzlüğün ortasında bulunmaya karşı akıl almaz bir zaafım var..

Martıların çığlıklarıyla uyanıyorum çoğu zaman. Martı çığlığı, eskiden kalma  bir beddua gibi.. "Nereye gitsem çöpçü martılar peşimde" demişti, bir zaman.. "Her sabah sana uyandığımı hissediyorum onların sesiyle, nerede olursam, yanımda kimle uyursam bu hiç değişmiyor" demişti..
Hatırlamıyorum aslında.. Çoğu ayrıntıyı unutmuşum. Ani bastıran yağmurla sızlayan zamansız bir yara gibi.. hiç kabuk bağlamayacak, silinmeyecek gibi.. Sızlayarak hatırlatır kendini, herşeye körü körüne bağlanma aptallığına bir daha düşmememi öğütler gibi..

Öğütler ve ben.. Bir gün bile aramız iyi olmadı.. Öğütler mükemmeliyetçidir. Bense hataları severim. Beni hatalarım büyüttü bile diyebilirim. Ve inan hiç aldırmıyorum bu sızlatan yağmurlara.. Seni de pek hatırlayamıyorum artık. Bir tek onu geri istiyorum. Tüm yanlışlığıyla, uygunsuzluğuyla, tutarsızlıklarıyla.. Bir tek onu çok özledim. Sesini, kokusunu, tenini...
Budur..

Salı, Aralık 20

uyuyamayan güzel


-"İnan ki gülümsene engel değil bu kırılma" dedi.

Saçlarını bigudilerle sarmış, mor bornozuyla pembe koltuğuma oturmuş, tırnaklarına siyah oje sürüyordu. Artık ondaki hiçbirşey tanıdık değildi. Kendi çatlak iç sesimi tanıyamıyor, tanımlayamıyordum.

-"Üstüne çok düşmek istemiyorum. Geçici bir kırgınlık yaşadığını biliyorum. Sen de artık kendi üstüne düşüp hayatını ağırlaştırmaktan vazgeçersen iyi edersin.."

Aniden uyanıyordum.. Dişlerimin arasından, gıcırdamayla gelen minik bir çığlık bölüyordu uykumu. Son günlerde hep aynı şey oluyordu. Gece üç dört sularında.. Rüyalar hep yorucuydu.. Uyanıyordum.. Uyanmayı sevmiyordum. Ne zaman uyansam bir özlem oturuyordu üstüme.. Gece üç dört suları.. onu geri isteme saatleri..

-"Lütfen öyle aşk acısı çekiyormuşsun gibi bakma yüzüme.. Öyle birşeyin içinde olmadığını biliyoruz, beni yani kendini kandırmaya çalışman çok tuhaf. Sadece uykun kaçtı hepsi bu. Doğduğunda da böyleydin sen.. Tam üç ay boyunca, uykundan uyanıp akşamları yedi ile dokuz arasında hiç durmadan ağladın. Büyüdükçe değişti mi bu? Hayır.. Kendimi bildim bileli hep gece teröründesindir. Uykunu kaçıracak bir bahanen hep vardır. Ağlayarak uyanmaya karşı garip bir ilgin olduğunu seziyorum."

Oysa artık daha az düşünüyordum onu. Hatta çoğu zaman aklıma bile gelmiyordu. Evet.. içimde bir yerleri kırdığı doğruydu ve zamansız uyanmalarla bu kırıklar batıyor olmalıydı sadece.. Çatlak yine haklıydı..

-"Kendini kötü hissettiğini biliyorum.. hissetmelisin de zaten. Ama ahmaklığın lüzumu yok.. Şu Küçük Emrah bakışlarını gözlerinden çıkar artık.. Yemezler".

Bazen oyunumun tanığı olmak için, kendime dışardan baktığımı hissediyorum. Bazen hangisi benim karıştırıyorum. Pembe koltukta oturmuş, ojelerini kurutmak için tırnaklarını üfleyen mi yoksa kahverengi koltuğa oturmuş, başını kirişe dayayıp tırnaklarını yiyen mi?

-"Bu deniz çok büyük okyanuslara uzanıyor. Bir damla suda boğma kendini."

Yine takma kirpiklerini takmıştı. Birşeye hazırlanıyor gibiydi.. yeni birşeyler...  "ne oluyor sana böyle" diye bağırdım. Cümlem havada asılı kaldı. Cevabı ben veremedikçe de öyle kalacaktı.
Odama geri döndüm. Saatimi yeniden kurdum. Yatağıma uzandım, gözlerimi kapayıp mucize sabahımı bekledim.

Pazartesi, Aralık 19

bir şeyi kırk kez söylersen olurmuş ya hani...



Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.
Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.
Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.  Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak. Herşey çok güzel olacak.

***kuantumu da böyle öperim.

Cumartesi, Aralık 17

sıradan bir gün..





-Pardon bağyan anket yapacaktık.
-Hayır.
-Size soru sormadım ki, neye bu hayır?
-Aaaa!. Deli mi ne?
-Şimdi şu karta bakın önce..
-Sen önce şu elime bak..
-Bağyan böyle hareketler size hiç yakışmıyor..
-Kes.
-Tamam abla yaaa, bak öğrenciyim ben..
-Abla mı!.. Abla mı!.. hadi ordan eşşek herif ufal da cebime gir!.
-Küçük hanım, lütfen bu anketi yapmama yardımcı olun.
-Laned ossun içimdeki öğrenci sevgisine..
-Bu karta bir bakın şimdi..
-Bu ne lan?
-Ne görüyorsunuz?
-Dağlardan aşağılara atlı süvariler hızla iniyor... inecekleri yerde bir göl var.. o gölün başında bir adam pantalonunu indirmiş işiyor. Halbuse az ötede orman var.. Olacak iş değil.
-Bağyan kafanız mı güzel sizin?
-Hayır.
-Peki ilk beş sorumuz bu karttaki resimle alakalıydı ama siz resmi algılayamadığınız için bunları bilmiyor olarak yanıtlayacağım..
-Resmi bir hıyara çizdireceğinize ressama çizdirseydiniz böyle olmazdı. lafa bak algılayamamışım da bilmiyormuşum da.. Hem zorla zamanımı gaspet hem hakaret et.. Salak seni..
-Yok canım ne alakası var.. siz yanlış anladınız..
-Ne bu hemen canımlar.. En sevmediğim kelime "canım".. Patronumdan müşterime, kuaförümden bakkalıma, sokaktaki anketör bozuntusuna kadar herkesin canı oldum minako yaa..
-Siz hassas gününüzdesiniz sanırım.. ben sizi yormadan hemen diğer soruya geçiyorum. Yaşınız nedir?
-30.
-Eğitim durumunuz?
-Üniversite.
-Sahip olduğunuz bir araba, ev, dükkan, arsa vs var mıdır?
-Yok.
-Evli misiniz?
-Hayır.
-Sevgiliniz var mı?
-Sanane lan, gözün mü kaldı bende..
-Gerçekten burada yazıyor bakın.. Sevgiliniz var mı?
-Yok.
-En son ne zaman sevgiliniz oldu?
-Hatırlayamadım şimdi.
-Aldatıldınız mı?
-Evet.
-Ay yazık yaaa..
-Acımasana bana ayak üstü.. Salak mısın nesin?
-Yok yahu sizen ne acıyacağım, adama acıdım.. kimbilir neler yaşattınız ona da kendisini başka kadınlarda sakladı.
-Sorularını sorar mısın insan gibi..
-En son ne zaman çiçek aldınız?
-İki ay önce hastalandığımda.
-Kimden?
-Babamdan.
-Durum sahiden vahim gidiyor...
-Tamam bitirelim.. İşim yok, sana kendimi mi eleştirteceğim allaaa allaaaa...
-Ya tamam lütfen çok ihtiyacım var küçük hanım..
-Peki acıdım, hadi devam et.
-En son ne zaman sevildiniz?
-Hatırlayamadım şimdi.
-Hiç sevildiniz mi yani?
-Elime bir daha bakar mısın?
-Kendinizi güzel buluyor musunuz?
-Dürüst cevap vermek zorundamıyız?
-Yani hayır dediniz.. peki beğenmediğiniz yerleriniz var mı?
-Yok canım hahah neyim olacakmış beğenmediğim yok..
-Abla kilolusun sen yaa..
-Yorum katmasan olmuyor değil mi?
-Aaa pardon.. Pekiii en sık kullandığınız güzellik ürünü nedir?
-Votka.
-Pardon?
-Hani çirkin kadın yoktu az votka vardı.. bunda anlayamacak ne var ayol?
-Ama onu sizin değil karşınızdakilerin içmesi lazım.
-Ahh bak bunu hiç düşünememiştim.
-Neyse... hayatınızı kolaylaştıran birşey söyleyin bana.. pek tahmin edemedim ben öyle birşey ama...
-Cilllit bang. sıkıyorsun kirlerin üstüne bang bang.. sonra sil ve işte bu kadar kolay.
-Sahiden sizin durum vahim..
-Ben sıkıldım bundan.. Hadi yeter.
-Lütfen ama çok ihtiyacım var.
-Ay devam et hadi çabuk ol bayılazaaammm..
-Küfür eder misiniz?
-Ne alakası var mınakoyim lan ne anlamsız bütünlüksüz sorular bunlar.. nereye varacaksınız kardeşim?
-Edersiniz.. Peki sigara kullanıyor musunuz?
-Bırakmıştım anasını satayım bırakmıştım ama ver ulan bir tane yakacağım..
-Abla olur mu yaa, buna ben sebep olmam, yok abla içme..
-Birincisi ablan sana girsin.. İkincisi mal mısın oğlum sen hiçbirşey yokken gayet sıradan bir günken yolumu çevirip herşeyi yüzüme vuruyorsun..
-Yok abla o senin mallığın yani cevaplamayabilirdin..

ve tahmin edersiniz ki film kopar.

Cuma, Aralık 16

hiçbir yerli..


Başımın en büyük belası saçlarımdı.. Kessem dibinden, kazıtsam da nalet olsun ki kökü bendeydi ve onlardan kurtuluşum yoktu. Anlayacağınız üzere saçlarımı sevmiyordum.. Fakat konumuz bu değildi..

Sabah yedi treniyle İstanbul'a dönüyordum. Karlı bir Edirne sabahıydı , her karlı Edirne sabahında İstanbul'a giden yollar kapalı olurdu. En yavaş ve en güvenli yolculuğun trenindeydim.. Lalapaşalı Kebire Nine, oğlu rakıcı Hüsmen Amca, hafifmeşrep gelini Zeliha Teyze, Havsalı piç Osman Abi, kızı salak Saliha ve ben aynı kompartımanı paylaşıyorduk.. Hayır buna paylaşma denemezdi.. Herkes kendi alanını korumaya çalışıyordu.. "çek bakiim ayacıklarını ordan.. o bavul senin mi be naabıyo orda beya.. içmişsin yine üsmen beya eşşekler gibi ööö kokuttun ya buraları ağzınla be ya.. sevüüz içüüüz kime ne be kocakarı sende amaaann.. kız Salia nabıyon öyle kendini kızanım"..
Kebire Nine, Hüsmen Amca, Zeliha Teyze, Osman Abi, Saliha ve ben tam onsekiz saat o kompartımanda birlikte yolculuk ettik.. Yok buna yolculuk etme denmezdi.. Birimizden kaçtık daha doğru olabilirdi.. Birbirinden kaçıp ta birbirinden uzaklaşamayan bir avuç insanın zulüm öyküsüydük son on sekiz saat. O kadar da güvenli olmayan tren yolu açıldı ve İstanbul'a kavuştuk.. Yok buna kavuşma denmezdi.. Kaymamak için şehre tutunduk.

Yüzündeki o şaşkın ifadeden anlamalıydım.. Gözlerim gözlerinden geçerken, yaklaşık üç saniye görüp sonra yorgunluğumla hemen kaybettim o ifadeyi.. Donmuştum, bacağımdaki ağrıyı ancak bir savaş gazisi tarif edebilirdi.. Başımda kemanlar çalınıyordu, hem de kompartıman arkadaşlarım 9-8lik tepiniyordu..

"Hemen uyu, dinlen. Yarın öğlen treniyle geri dönmen gerekiyor. Kar altında kalan yerler var, doğuya gidip oradaki iletişim sıkıntısını çözmek zorundayım bir şekilde.. Üzgünüm.. hem de çok.. ama.. amaa bu böyle.."

Yanyana uzanmışsındır.. Gözün camda, etraf bembeyaz, gece zifiri siyah ve sessiz.. İşte o an bir cümleyle, biraz daha sarılmayla, bir nefesle.. biri gelir hayatının bütün fişleri çeker.. şalter iner ve artık elektrik yoktur..

Hikayenin başlangıcından yirmiyedi saat sonra kendini yolculuğa başladığın noktada bulursun. Bir önceki günden daha yorgun, daha hissizsindir.. Ama bütün yükünü taşıyan taksici Dede'nin seni karşılamasındaki sıcaklık gözünden geçip gitmez. İçini bile ısıtır hatta. Evim burası dersin.

Yıllar sonra o günü düşündüğümde, Dede'yi beni garda beklerken gördüğümde, sanki babamın yarısıymış ta yıllardır görmüyormuşum gibi koşarak yanına gitmemin, "evime döndüm" diyerek sarılmamın bir benzerini yaşamadığımı biliyorum..
ve yaşadığımı sandığım evime bakınca hala yerleşememiş olmam.. hala yakamı bırakmayan bu aidiyetsizlik benim bütün fişlerimi çekiyor.

Pazartesi, Aralık 12

sakın dönme...



Kendime güçlü, mağrur, cüretkar ve vicdansız bir hayat kurmaya çabalıyordum.. Hani şöyle eski filmlerde olur ya, kirpiğinin ucundan ayak parmağına kadar hırs akan kadınlar vardır ya..
İlk işim, pişirmek üzere tavuk almak oldu. Bunda garipsenecek hiç birşey yok, genelde insanlar gıdaklasınlar diye almıyorlar tavuğu. bunun bilincindeyim yani. Ancak benim gibi bir insan için tavuk cesedini parçalarına ayırmak, bir kısım parçalarını kaynar suya yavaş yavaş batırmak.. bir kısım parçalarını ısınmış ızgaraya yapıştırmak, geri kalan parçalarını ise yüksek ateşte bekleyen tavaya teker teker koymak, ruh hastası bir katil olmakla aynı şeydir.
Bir saat içinde mutfağım cinayet mahali olarak sayılabilecek hale gelmişti.. Cesedi ustalıkla parçalamıştım.. Deri, kemik, hücre, geri kalan ne varsa hepsini siyah bir çöp poşedine tıkıştırıp, apartman görevlisinin alması için kapıya koydum. Herşey bu kadar basitti. Pişen parçaların ucundan tadına baktım, müthiş bir ölü pişirici olduğuma kanaat getirdim.. Kırmızı sebzelerden hazırladığım sosla yemeğimi kutsayacak, kendime şahane bir ziyafet çekecektim..
Taa ki o zamana kadar...
Rondonun düz bir zeminde sadece düğmesine basılarak çalıştırılacağı konusunda eğer birisi beni uyarmış olsaydı, bu toparlak aleti çalkalamaya çalışmayacaktım ve sosu elime, yüzüme bulaştırmayacaktım. Kırmızı sos kahküllerimden süzülüyordu, gözümün kenarından dudağıma doğru akmış, dudağımdan çeneme, çenemden boynuma.. beni ele geçirmişti.. İmdattı!..
Aynanın karşısına geçip kendime baktığımda bütün o güçlülük, vicdansızlık, cüretkarlıktan eser kalmamıştı bende.. Daha çok hokkabaza benziyordum. ve az önce mutfakta yaptıklarımı düşününce, deli gönlüm bir harap oluyor, bir eziliyor, içim bir kıyılıyordu.. sormayın gitsin.
Elimi yüzümü yıkadım önce, sonra ağzımı çalkaladım. Olacak gibi değildi, dişlerimi fırçalayıp o tadi içimden atmalıydım.. İşte herşey o an oldu..
Diş fırçamın yanında diş fırçası.. boyun boyuna duruyorlar, sanki başları birbirlerinin omzunda gibi.. Bizim bir daha asla olamayacağımız gibi..
Dokunmadım.. Kaldırıp atmadım seni.. terliklerin, havlun, diş fırçan.. ve ben.. hepimiz bıraktığın yerde duruyoruz. Gözüken bu yani.. açık ve net.

iyi günler sevgilim...



Aslında son derece olağan bir gündü..
Bir programım varsa muhakkak o gün işten geç çıkarım.. Koşa koşa kuaföre gider saçlarıma fön çektiririm.. Sonra muhakkak yağmur yağar.. ve ben yürürken ayağımı azami üç kez burkarım. Olağandır..

Aslında hep içime doğar..
Gitmemeyi düşünmüştüm.. Çok yorgundum, eve gidip uzun süre duşun altında kalmak istiyordum.. Belki streslerimden arınmak için suyun altında biraz ağlardım.. Sonra kendime bir kahve yapar bornozumla koltukta uyuyakalırdım. Olabilirdi..

Nalet olsun verdiğim sözleri tutma saflığıma..
Yağmurun altında yaklaşık yarım saat dolmuş bekledikten sonra binebildim. En büyük sorunumdur, bir dolmuşta ıslak şemsiyeyi koyacak yer bulamam. Kucağına koyarsan ıslanırsın, ıslak haliyle çantana tıkıştıramazsın, yere koysan pislenir.. Sinir geliyorum demez...

Herşey yine birden bireydi..
Çantamı kucağıma, şemsiyemi çantamın üstüne koydum. Kapşonumu açıp saçlarımı özgürleştirdim.. Saçımın teli gözüme kirpiğime takıldı, kirpiğim gözüme battı, gözüm sulandı, rimelim aktı, makyajım bozuldu.. Telefonumun arka tarafındaki aynamsı şeridi kullanarak rimelimi sildim, gözlerimi açıp kırpıştırdım.. Kendime gelirgelmez telefonumun ön yüzünü çevirdim.. Sürekli birşeyler yazdığım o tırıvırı uygulamayı açtım, onun profiline girdim.. Birdenbire karanlıktı..

Ne uzundu o yol..
Sanki iki farklı şehir arasında gidiyorduk.. Yolda tuvalet molası bile vermiştik. Eve girdik.. Duşun altına girip uzun uzun ağladım. Bornozumu giyinip koltuğa uzandığımda o artık yoktu.

Gitmeyi bildiği gibi bitmeyi de bilseydi..
Ya da ben vazgeçmeden de bitirebilmeyi bilseydim.. Bazen konuşuyor benimle, çok az ama.. Hep aynı yarım cümleyi gönderiyor bana.. "iyi geceler".. Buz gibi, kaskatı.. kuru bir "iyi geceler"..

Olmasaydı böyle..
Olmasaydı işte..

Pazar, Aralık 11

ve dişi olric geri döner...



Nedense dünyanın rengi siyah beyazmış.. Ben bembeyazım ama saçlarım ve elbisem simsiyah.. Gökyüzü bembeyaz ama kalıdırım ve evler simsiyah.. Yağmur yağmaya başlıyor, öyle yavaş yavaş değil aniden sırılsıklam oluyorum.. Başka bir terslik daha var, kaldırım sokaktan daha geniş ama bunu hiç umursamıyorum.. Hızlı hızlı yürümeye başlıyorum, beni yavaşlatmaya çalışan topuklu ayakkabılarımı elime alıp nerdeyse koşarak ilerliyorum.. Bir yandan da saçlarımı açıp elimle dağıtıyor yağmur uygun şekil vermeye çalışıyorum. Kadın her yerde kadındır, bunu hiç değiştiremiyorum.
Bir sokağa sapacağım ama sokakta öyle büyük bir ışık var ki, gözlerim kamaşıyor, nedendir bilmem ağzımı sonuna kadar açıp hayretle donakalıyorum.. Gümüş rengi büyük bir araba dizlerime teğet duruyor, far ışığının içinde kayboluyorum...

"Seni küçük aptal, daha filmin beşinci dakikasında uyumuşsun" diyerek kafama yastık atıyor.. Siyah beyaz rüyamdan, koltuktan düşerek uyanıyorum.. Koltuktan düşmemi fırsat bilen kız köpeğim Juliet hemen üstüme atlayıp kollarımı yalamaya başlıyor.. "Biz azdık zaten, yetmiyorduk birbirimize tabi..bir tek bu at hayvanı eksikti evde" diye söylenmeye devam etti.. Klasik, herşeyi başımdan savuşturma hareketim olan "a a aaaayy noluyo behhhh" diyerek kollarımla köpekleme yüzme hareketine benzer birtakım tipsiz hareketler yaptım.. Uyandım.

Dün gece yarısından sonra geldi dişi Olric.. Kulağımda kulaklık bangır bangır müzik dinliyor, elimde bira ile evin içinde volta atıyordum.. daracık evde Juliet te peşimden atlaya zıplaya dolaşıyordu.. Kapı çalma huyu yoktu çatlak iç sesimin.. Juliet'in yüzünü yere doğru akıtarak havlamayla karışık ağlamaya başladığında bir tuhaflık olduğunu sezdim..

Karşımdaydı.. Lacivert saten bir elbise vardı üstünde.. Kırmızı rujumdan sürmüştü, ne zamandır o rujumu arıyordum ben de.. Ama o iğrenç kırmızı rugan topuklu ayakkabılarını nerden bulduğuna akıl sır erdiremedim.. Benim bayan topuzlu çatlak iç sesim üçüncü sınıf fahişeler gibi mutasyona uğramış görüntüsüyle aniden hayatıma geri dönmüştü.. yarım metre uzunluğunda bir ağızlıkla sigara içiyordu.. Omuzlarında çakma tavşan kürkü vardı.. ve leş gibi şarap kokuyordu..

Hiç gecikmeden hayatımı ele geçirdi.. "Öncelikle.." dedi "sana o çocuğun uygun olmadığını kaç kere söyledim ben küçük aptal, öyle iyi adamlar seninle mutsuz olurlar, aklını başına topla ve salak salak üzülmeyi bırakıp hemen aç şu bilgisayarını" diye ilk emirleriyle giriş yaptı..

Ben koltuğa oturmuş onu izliyor, o ise ağzında sigara volta atarak bana hazırladığı "ilk on emir"i anlatıyordu.. Sadece güzel olduğu için ve bilmem kaç tane yönetmenin yatağından geçtiği için aktirist olabilmiş kadınlar gibi sinir bozucu bir halde ağzını yaya yaya konuşuyor ve olmadık yerde olmadık yüksekliklerde kahkahalar atıyor, saçma saçma donuk gözleriyle suratıma bakıyordu.. Takma kirpikleri olduğunu gördüm.. Ve çatlak iç sesim kırmızı ruj süren, lacivert saten elbise giyen, kırmızı rugan ayakkabıları olan, sigara içen ve takma kirpik takan bir iç sese dönüşmüştü..
Vay anasını....
Hoşgeldin!.

Salı, Aralık 6



" Sen hep mutlu ol istiyorum.. "
Bir daha kimse demesin bunu bana Allah'aşkına..