Cuma, Haziran 25

vazgeçtim, vallahi billahi vazgeçtim..


Değişik değişik ölüm şekilleri var. Sanırım ben şişip şişip çatlayarak öleceğim. Şuursuzca buzdolabına bağımlı yaşıyorum, ağzımın boş kalmasına tahammülüm yok. Yiyecek herşey biterse bir süre yüzümü yoluyor, canım yanmaya başlayınca tırnaklarıma saldırıyor sonra da yaşama pişmanlığımla uykuma göz yumuyorum.
Genellikle sabaha karşı uyuyorum ve her sabah bir şekilde uyanıyorum. İnfilakımın uyurken olacağına inanalardanım. Sabaha kadar diş gıcırdatıp, "haaayııır, olamaaz, yapmaa" nidalarıyla bin beşyüz kez uyandığımı benimle uyuma şansına erişmiş herkes bilir. Her gün sabaha kadar en az iki kez ölür, beş kez düşer, üç kez boğulur, on beş kilometre koşar ve bir kez esir alınırım. Haliyle sabahları çok yorgun ve gergin uyanırım. Üstünden tır geçmiş gibi bir bedenle koşa koşa işe yetişmeye çalışırım ve ofise vardığımda genelde yüzüm gözüm sabaha kadar dayak yemiş gibi şiştir. Sırıtık suratım beni kurtarır, bütün gün ota boka gülüp etrafımdakileri de gıdıkladığım için, bu halim kimseye batmaz..

Huzurla uyuduğum ve normal koşullarda beslendiğim tek yer aile evimdir bir de o'nun yanı.. Bir tek o şahit olmuştur, gülerek uyuduğuma, uyku arasında sağdan sola dönerken aklıma aniden gelen karelere yarıla yarıla gülmelerime ve sabahları yeni güne gülümsediğime. Kabuslarımdan nefret eder, dirseğiyle dürterek "deli misin lan sen" diye beni uyandıran o, gülme nöbetlerime yandaş olur ancak ben şımarıp uzatınca ciddiyetini takınır "hşş, hadi uyu lan sabah erken kalkacaksın" derdi.
Ne olursa olsun hep sabah erken kalkan ben olurdum. Haftasonları çalışmamanın verdiği genişlikle, öğlen üçlere kadar kazısan yataktan çıkmayacak olan ben, sadece haftasonları çalışan o'nu zengin menülü kahvaltı masama oturtmadan bir yere göndermezdim. Olay, benim erken uyanıp hemen alışverişe çıkıp mükellef sofrayı hazırladıktan sonra onu uyandırmamla gelişir, kapıya kadar yolcu edip, balkondan sarkarak arkasından el sallamamla son bulurdu.
Bir gün yine aynı şekilde yolcu ettim onu, gidiş o gidiş..
Aylar geçti, ben on beş kilo aldım, yüzümü sivilce bastı, tırnaklarımı kan topladı, zihnim moronlaştı. Öyle oluyor.. Aklımın bir kısmı ilişkimizin başında ona kendimi nasıl uyduracağım çabalarımla gitti.. Aklımın büyük bir kısmı kavgalarımız ve gidişlerinden dönüşlerine kadar geçen sürede gitti.. Aklımın kalan yarısı da o gün gitti, kahvaltıdan sonra.

Gayet karizmatik bir şekilde "böyle devam ederse olmaz, bitsin daha iyi" demiştim o da uzun zamandır bunu bekliyormuş gibi hiç düşünmeden "tamam" dedi ve kapadı telefonu. Ben yerle bir olmuş karizmamla kalakaldım haliyle. Dizlerime kapanıp, aptal kızlar gibi hönkür hönkür ağlayıp üstünü başını parçalamadıkça onu affetmeyecektim kararlıydım..
Akşam olmuştu ama hala beni aramamıştı. Acıdan kahroluyordur, hem ağlamasın canım ne gereği var ona gülmek çook yakışıyor diye parçalanarak aradım. Öyle değilmiş, paşam sokaklarda fink atıyor, keyfi gayet yerinde, benim dramatik ses tonuma yakışmayacak bir karşılıkla "ne vaaar" diye açtı telefonu. O anda ağzıma geleni söylemek istiyordum, ama yanında her zaman hanımefendi olduğum için ayıklayıp eleyerek gayet sakin ve kısacık bir konuşma yaptım, elimde bardaklar parçalanıyordu gıkımı çıkartmıyorum.. "Beni bir daha rahatsız etme" diye kapadı telefonu...
Hep böyleydi.. Bir anda dünyayı kafandan geçirir, ayaklarına kadar kanırta kanırta indirir, gururundan, duygularından vurur, sırtına hançeri saplar, çevirir durur.
Etimi kesiyorlarmış gibi bağıra bağıra ağladım ben bu sözün üstüne.. gecelerce, aylarca.. Rüyalarımda herkes üstüme basıp geçiyorken, o tepede krallar gibi oturmuş, etrafında bir sürü şıllık bunu yalıyor yutuyor, bizim oğlan da onların kıçını başını ısırıyor, iğrenç kahkahalarla kulaklarımı sağır ediyorlardı.
Her sabah ağlayarak uyanmak, yatakta kıvrılıp kendini yastıklarda boğmak gibi bir deneyim edinmiştim zamanla. Dünyanın en acıklı şarkılarını dinlemiş, nefessiz kalana kadar elime geçen herşeyi yemiş, "manyak" tan öte söz çıkmayan ağzıma bildiğim bütün küfürleri öğretmiştim.

Bekledim.. Sabırla, dualarla bekledim.
Kendime eve kapanma cezası verdim. İnsan görüntümden uzaklaştım. Sonra aniden gelir diye zayıflamaya çalıştım, spor yaptım, kendime güzel elbiseler aldım, saçlarımı boyadım, parfümümü değiştirdim, neşe mi yeniden yakaladım.. Gelmedi, verdiğim beş kiloyu da on kilo olarak geri aldım. Aldığım kıyafetleri mahalle çöplüğüne bağışladım.
Birden kısmetim doldu taştı, talipler çorap söküğü gibiydiler.. Birini engellediğim yerden iki tanesi daha baş veriyordu. Oysa Johnny Deep gelse, omzuna yaslanıp o'nun için ağlayacak haldeydim, "yap bi güzellik be abi, bak sen dünyaya mal olmuş adamsın gel düzelt şu işimi" diye ellerini ayaklarını öperdim Allah çarpsın.
Zaman gerçekten yatıştırıyordu. Sonunda "güzeldi ama yaşandı ve bitti" demeyi hazmetmiştim. Artık kontrollüydüm, nöbetlerim yerini "iyi olsun, uzak olsun" fikrine bırakmıştı ve hayat daha yaşanılası birşeyler haline dönüşmüştü..

Bir gün telefon çaldı..
Yanımdakiler artık atlattığını gördüklerinden dolayı cevap vermeyeceğine eminlerdi. Üstelik ani bir plan yapıp uzun zaman sonra biraraya gelmiş, şahane bir akşam buluşmasının onuncu dakikasındaydık. Açma, arama, boşveer ya da aç ama gelemem işim var deyip sallamam yönünde telkinler veriyorlardı. Arama kesildi, ben bir panikle elimde telefon kilitlenip kaldım. Hayat bana dil çıkarıyordu, kekeleyen düşüncelerimi savuşturup hemen geri aradım.. Pışık, avucunu yalarsın diyecektim..
Aynen şunlar çıktı ağzımdan "selam nasılsın.. öyle mi.. tabi olur görüşelim.. ama ben şu anda ortaköydeyim.. yok yok gelirim hiç sorun değil.. bir saat kadar oyalansan.. tamam hemen geliyorum"..

3 yorum:

  1. süper..

    insanlar hep aynı değil mi(:

    YanıtlaSil
  2. e görmek istiyorsun işte..
    sonra bir daha oluyor.. bir daha..
    sonra tekrar olacakken yok yahu dur biraz diyorsun.. hırstan başka birşey değil belki de, kimbilir ;)

    YanıtlaSil
  3. evet, belki de hırs.. kim bilir...

    YanıtlaSil

üşenme, erteleme, vazgeçme, yorumla..