Pazar, Mayıs 23

anestezik milat...


Psikanalizle ilgilenmeye karar vermiş..
Yağmurlu bir günde yaşadığım dünyanın en keyifli haftasonu uykusunu, aldığı bu kararla yağmaladı. Elinde bir kaç fotografla başıma dikildi, "şimdi bunları sana sırayla göstereceğim ve bana ne gördüğünü anlatacaksın" dedi. Sesi her zamankinden daha törpüleyiciydi.. "Hey" dedim, "bunların psikanaliz mataryelleri olduğuna emin misin, ben uyumaya devam etsem sana fazla malzeme sağlayabilirim".. Tırnaklarını kollarıma geçirerek uyku halimden kaldırdı beni.
İlk resmi görmek, uykumun hemen açılmasına yetti. Hani ilk bakışta yaşlı bir kadın görürsün de sonra baktıkça onun aynı zamanda genç bir kadın da olduğunu anlarsın.. Sıradaki resim de ilk bakışta vazo, sonra "aa yok ulan bu öpüşmeye yazan bir çift insan mahlukatı" diye göreceğin safsata olmalıydı. İç sesler dünyasına yeni düşmüş olabilirdi bu görüntüler ama biz Türk halkı olarak bunlara ilk kez beş yaşında şaşırır ve dokuzuncu yaşımız itibariyle resmini çizmeye başlar, on ikimize bastığımızda "hadi len, bırak şimdi bu işleri, devlet su işleri.." gibi iğrenç kafiyeleri sıralamaya başlardık.
Tahmin edeceğiniz üzere, çatlak iç sesimin bu çakma freud haline göbeğim dahil, her uzvumla hareket halinde güldüm. Bu eğlencemi olgun bir gülümsemeyle izleyen çatlak hatunum, uzatma sahnelerime tahammül edemeyip çizgisini bozdu ve elindeki kartonlarla kafama üç kez vurarak beni susturdu. Onun elindeki resim nerden bakarsak bakalım kadınmış, yaşlı ya da genç, güzel ya da çirkin, ama kadın.. Tırmalayıcı ses tonuna bilgece bir uslup ekleyip daha da uyuz bir hale getirerek "şimdi kaybettiğin ilk şeyi bulacağız, bu resimde iki tane olan ama sende kayıp olan parçayı.. kadınlığını..." dedi..
Çocukluğa inmek adettendi..

Bütün ev halkı uyuyordu ve ben her zamanki gibi erkenden uyanmıştım. Evin en küçüğü olarak bu salak görevi yerine getirmek benim işimdi. Evin yetişkinleri uyurken çocuklar uyanırdı, bu delinmez bir kuraldı. Bir gün önce kırdığım vazoyu, annem görmesin diye sakladığım zuladan çıkarmam ve onu derhal camdan aşağı uğurlamam gerekiyordu. Salondaki vitrinin üst dolabına tırmanıp vazo parçalarını alırken annemin gençlik yıllarından kalma peruğunu keşfetmiştim. Annem star değildi ama yetmişli yıllarda her kadın biraz Belgin Doruk'tu..
Peruğu kafama takıp hemen ayakkabı dolabına koştum. Üst rafta bir kutu içinde gizli bir hazine gibi duran, annemin nişanında giyindiği gümüş rengi, taşlı ve yüksek topuklu ayakkabılarını derhal ayağıma geçirdim. Bir sonraki durak annemin simli şalını ele geçirmek olmuştu. Küçük bedenime bu saçaklı şaldan harika bir elbise yapıp banyoya koşmuştum. Ayna karşısında kendimi hayran hayran seyrederken yüzümde renk eksikliği olduğunu farketmiştim ki film burada kopar. Uyuyan halktan birinin topuk seslerime uyanıp "kim bu tıkır tıkır geziyor" diye bağırmasına panikleyip, kıpkırmızı allığı yere düşürüp kırmıştım. Yere dağılan kırmızı parçaları tuvalet kağıdıyla silmeye çalışırken bembeyaz banyo taşlarımızın rengini kırmızılaştırmıştım. Bu şekilde temizlemek mümkün değildi.. Beyaz yüz havlumuzu ıslatıp yerleri silmeye koyulmuşken, babamın banyoya girmesiyle ilk kadınlık deneyimim hazin bir sonla noktalanmıştı..

Ortaokuldaydık.. Yapışık halde yaşayan üç kız arkadaştık. Yaz yaklaşıyor, okul uzaklaşıyordu.. Güzel havaları, leş kokulu bir sınıfta geçirmek haksızlık olurdu. Arkadaşlarımdan birisinin ailesinin, okulun yakınında boş bir evleri vardı. Arkadaşım ustalıkla o evin anahtarını annesinin çantasından yürütmüştü. O ev bizim yenilenme yuvamız olmuştu. Sabahları ilk derste yoklamaya girip ilk teneffüste o eve kaçıyor, sigaralarımızı tüttürerek okul formalarımızı çıkartıyor, renkli elbiselerimizi, topuklu ayakkabılarımızı giyiniyor, yüzümüzü boya tenekesine batırmış gibi makyaj yapıyor ve gençliğin kalbinin attığı kafelere doğru yol alıyorduk. Bir kola içilip aynı masada saatlerce oturulan, giren çıkan herkesi tanıdığın, kafe sahibinin ailenden biri gibi olduğu mekanlardan ve zamanlardandı..
Tom Cruise'a benzeyen bir çocuk vardı. O zaman bütün yakışıklı erkekler Tom Cruise, Brad Pitt ya da Tarkan'a benzerdi. Bu çocukceğiz Tom Cruise güruhuna aitti. Yaklaşık bir aydır kesişiyorduk, o zamanlar ilişkiler kesişme ile başlardı ve esas oğlanın cesaretini toplayıp bir arkadaşını yanınıza yollamasına kadar sürerdi kesişme hadisesi. "Arkadaşı" diyorum dikkatinizi çekerim, o zamanlar "kanka" diye birşey yoktu henüz. Arkadaş size gelip kendisini tanıtır ve bir arkadaşının sizden çok hoşlandığını söyler, yaklaşık bir hafta kadar onun kim olduğunu saklar, sonra o adem gelir ve size çıkma teklif ederdi. O gün Tom Cruise beni yalnız bulduğu bir anda yanıma gelip "benimle çıkar mısın" demişti, ben de kızarıp bozarıp utanç içinde ölerek "evet" demiştim. Bu noktadan sonra öyle sarılıp, el ele tutuşma sahnesi olmazdı, Tom "peki o zaman siz giderken biz de geliriz, ben seni evine bırakırım, kalkarken haber ver" diyerek masasına arkadaşlarının yanına gitmişti. Çıkmak çok geniş bir kelimeydi, biz genelde içinde bulunulan mekandan birlikte çıkmak gibi algılardık bunu. Bir de okul çıkışı vardı ve o dönemleriniz benimkisi gibi küçük bir ilçede geçmişse çıkma eylemi her gün onbeş dakikalık yolda birlikte yürümekle eş değerdi, zira eviniz her yere on beş dakika uzaklıkta bulunurdu. El ele tutuşmaya imkan olmazdı yürürken, çünkü her adımda Ahmet Amcalar, Meliha Teyzeler karşınıza çıkardı. Öpüşme diye bir eylem yoktu, öpüşme ağaçlık alanlarda olurdu ve biz o ağaçlık alanların yakınından bile geçmezdik, oradan çıktığın görülürse adımızın çıkacağına inanırdık. Ayrıca üst sınıflardaki ablalarımızdan edindiğimiz öğretiler vardı, birisi sizi öperse tokat atmanız gerekirdi, sevsen de aşkından ölsen de seni öpmesi nerdeyse senin ırzına geçmesi gibi anlatılırdı.. Tokat atmayıp karşılık veren kızlar, hafif kızlardı ve küçük bir yerdeydik, muhakkak adı çıkardı. Şimdilerde kaldı mı öyle "adın çıkar" dayatmaları?
Tom'la ilk çıkma eylemimizi gerçekleştiriyorduk. Beni eve bırakacaktı ama benim evime değil, yenilenme evimize.. Bir süre orayı benim ecvm sanması gerekiyordu çünkü okuldan kaçıp böyle üstümüzü başımızı değiştirdiğimizi anlatmaya utanmıştım, hem henüz herşeyi bilmesine gerek yoktu. Zaten film burada kopacaktı yine, biz aramızdan tır geçecek kadar bir mesafede yan yana yürürken annemle burun buruna gelecektik, annem beni utandırmamak için yol üstünde bana kızmayacak ama eve gidince okuldan kaçtığım için ayrı, beni cüce kadınlara benzeten makyajı yaptığım için ayrı sinir krizi geçirecekti.. İkinci deneyimim yine başarısızlıkla sonuçlanmıştı..

Lise çağlarıma geçmiştim. Yazın hemen hemen her gece arkadaşlarımızla diskoya gidiyorduk. O zamanlar disko diye birşey vardı, Yaklaşık yüz kadar kişi pistte toplanır, aynı anda aynı figürlerle mükemmel bir senkronizeyle "oo makerena" diye hop hop dans ederdik. Kesilmiş, kesildiği yerden püskül püskül olmuş kotlarımız ve göbeğimizi açıkta bırakan tişörtlerimiz vardı. Ve disko geceleri, genellikle çok kalabalık olan cumartesi günlerinde, erkeklerin dövüşmesi, birbirlerine kırık bira şişesi geçirmeleriyle sonlanırdı. Bu kavgaların nedeni hemen her zaman bir havva kişiydi. Tuvalete giderken birisi seninle tanışmaya yeltenirse, erkek arkadaşın sansar gibi oturduğu yerden uçar o birisini anında devirirdi. Birisiyle dans etsen ve ortamda senden hoşlanan (eskiden hoşlanmak diye de birşey vardı) başka birisi varsa bu dans ettiğin kişinin bitti an olurdu. Birisi dengesini kaybedip sana çarpsa onun yüzünü çarptıracak birileri illaki olurdu yakınlarında..

Çatlak iç sesim esnemesini gizleyerek anılarımı bölmüştü. Bir iki öksürükle sesini düzeltip "daha yakın zamana geçelim hadi şimdi " dedi. o konuşurken tırnaklarını hep etimde hissediyorum.. itaatsizlik edemiyorum.

Aşk'la yaşadığım günler.. Miladım, iki sapaktan birini seçtiğim, hayatımın köşe dönüşü olan günler..
Göğsümde resmini taşımıştım altı yıl boyunca. Silinirdi hep, terime karışırdı renkleri, son damlasına kadar içime işleyip yenisi ile değiştirirdim resmini.. Hayatımı kırıp verdiğim, papatyalarımı bölüştüğüm Aşk.. Yolunu beklediğim, adını zikrederek uyuduğum Aşk..
Rüyalarıyla düşmeyi öğrendim, bir kaç düşüyle ölmeyi, nefesiyle tekrar tekrar yaşamayı öğrendim..
Kırmızı minderlerin arasında gördüğümde onu, sevdiği o çıplak kadını ben sanıp hayrete düştüm önce.. Sonra kapının önünde duranın ben olduğumu anladığımda, önce genç kızlığımı kaybettim orada.. bir dakika içinde yirmi yıl yaşlanarak.. Sonra sesimi, saçlarımı, belimi, kalçalarımı, resmiyle birleşen göğsümü, bakışlarımı.. kadınlığa ait ne şekil varsa üstümde, hangi iz varsa içimde.. hepsini kaybettim.
Şimdi karart, evir çevir istersen beni.. Nerden bakarsan bak, o anda bıraktıklarımın boşluğunu göreceksin. Freud hortlayıp gelse bile, o uçurumdan değil Türkan Şoray, bir bez bebek dahi çıkaramaz.
Varmak istediğin yere, yine yaralarıma çıplak ayakla basarak ulaştın sevgili çatlak hatunum. Sen bunları temize çekerken, ben biraz daha uyuyayım.. Hem, yağmur hala devam ediyor zaten..

2 yorum:

  1. böyle erkekler. insanı kadınlığından soğutup bir enkaz halinde bırakırlar.
    hala inanıyorum onlara ama kesinlikle güvenmiyorum.

    YanıtlaSil
  2. kadının akıllısı, eğlencelisi, güzeli, cazibelisini bir arada bulmak neredeyse imkansızken, sizin gibi bir kadınların aşkını yağmalayan hemcinslerime gerçekten çok sinirleniyorum.

    YanıtlaSil

üşenme, erteleme, vazgeçme, yorumla..